Yeni çelıncımız kutlu mutlu ve mübarek olsun. Bu Hıdrellez olduğu söylenen, kocaman aylı geceden, herkese merhaba, kanalıma hoşgeldiniz.
Ben hiç gerçek anlamda Hıdrellez kutlamadım. İçinden kutlama geçen şeylerden itinayla uzak duran bi ailem vardı. (Ailem hala var şok şükür ama o durum değişmeye başladı, herkesin karakteri kafasına göre yön değiştirdi.) Hep bi sebebimiz vardı neşe denen şeyden uzak durmak için ama Hıdrellez'den neden uzak duruyorduk? Vallaha bilmiyorum. Bi sonraki konuşmamızda sorarım belki anneme. Kendi aramızda bol bol espriler şakalar yapardık, kendimize özgü bi espri anlayışımız oluşmuştu bu yüzden ama dışarı yani ele güne karşı hep bi akıllı uslu durma çabamız oldu. Hıdrellez nedir? Tam olarak bilmiyorum hala. Baharın gelişi mi? Ama Nevruz da baharın gelişi değil miydi? O ikisinin arasında nasıl bi fark var? Gelenekçi Sünnici sülalede doğduğum için mi bilmemem gerekiyordu bunları?
Artık çok da umursamıyorum açıkçası. Ama ölüme yaklaştıkça dindarlaşan insanlar gibi, ben de zamanla neşeye yaklaşmaya çalışıyorum galiba. Beni iyi hissettirecek ne varsa, onu deneyeyim diyorum. Bu sene Sadece C.'nin blogunda görüp özendim, dedim ben de bi dilek tutup gülün altına gömeyim, sonra artık ne gerekiyorsa yapayım filan... Maksat yarından bi şey bekliyor olmak, o hissi dünyayla paylaşmak... Oturdum düşündüm dün gece, ne dileyebilirim diye... Net bi şey gelmedi aklıma. Tek bir dilek bulamadım. Mum üflemem gereken her doğumgünümde olduğu gibi saçmaladım. Dünya barışı, korona gitsin, sağlıklı olalım, mutlu olalım falan gibi... Daha basit, daha insani, hani daha gelip geçici, gerçekleşmesi için evrene enerji gönderince benim de -mahcup olmamak için- uğrunda daha fazla uğraşacağım bi dilek dileyeyim dedim, bulamadım. Bir yıl için arzuladığınız şeyleri nasıl tek bir dileğe indirgeyebiliyorsunuz sevgili insanlar?
Bu arada şimdi hatırladım, sanırım "dilek sadece Allah'tan dilenir" diye mumdur, güldür, bu tip şeyler yapılmıyordu bizim ailede. Ah, düşününce içim şişti yine. Bu tip şeyler neşe katıyor hayata, günlük hayatın durağan sularına serin, tatlı, taze bi dalga getiriyor. İnanmayın demiyorum, yine inanın ama inancın hayatınızdan neşeyi silmesine izin vermeyin lütfen, reca ediyorum.
Kısacası bu Hıdrellez'de de şaşkınlıktan dilek dileyemedim. Bi de hadi orda burda bi gül ağacı buldum diyelim, dibine bi şey gömmeye çalıştığımı görse komşulara nasıl açıklarım diye düşündüm, yalan yok. Savunacak kadar aşkla benimsediğim bi şenlik değil ki, uğruna komşularla muhabbet etmeyi göze alıp kendimi sokaklara vurayım... Belki biraz daha benimseyince olabilir. Padişahın tahtı var, her şeyin bir vahtı var demişler. Bu söz buraya tam uymadı ama olsun.
Dilerim usulünce, içinden gelerek dilek dileyenlerin bütün dilekleri gerçek olur. Neşeniz bol olsun, benim gibilere de ilham olsun. Siz yine de gaza gelip benim gibileri neşeli olmaya zorlamayın, her zaman ayak uyduramayabiliriz. Azar azar verin, alıştıra alıştıra.
Misal, büyüdüğüm ortamda biri iyi dilekte bulununca, mesela inşallah kazanırsın o okulu, gibi, "hayırlısı olsun" diye cevap verilirdi. Yani hayırlısı değilse, çok istesem de, kazanmak için götümü yırtsam da kazanmasam daha iyi, demekti bu. Ki oturup düşününce, doğru. Çok iyi okulları kazanıp stresten hasta olmak da var. Her türlü iyi dileğin sonuna kötü bi ihtimali yapıştırabilirsiniz bu yöntemle düşününce. Gereksiz gerçekçilik dediğim huy içinize yerleşir böylece iyice ve hayal kurmaktan alıkoyarsınız farkında olmadan kendinizi. Halbuki sen kısa vadeli hayallerini kur, kötü bi şey olursa onu da o zaman düşünürsün. Her şeyin en hayırlısını dileyince, bi şeyler için uğraşmanın ne manası kalıyor ki? Eşeğini sağlam kazığa bağla, sonra Allah'a emanet et sözünün bile bir anlamı kalmıyor o zaman. Ya eşeğini bağlamak şere vesile olacaksa?
Muhafazakar yaşam biçiminde felsefe yapmaya kalkmak diye buna denir sanırsam.
Neyse, çıkalım bu muhabbetten. Sadece şunu diyeyim; Hıdrellez enerjisi kendimi anlamamı sağladı biraz daha. Tişikkirlir blog arkidişlerim.
Amazon'da The Great Passage diye bir Japon çizgi dizisi izledim. 11 bölümcük. Çok sevdim. Yine bi Japonya aşkı doldu içime. Çubukla yemek yemek istedim. Japonya'ya gidebilsem, gitmek ister miydim şimdi, diye sordum yine kendime ve cevabım yine "Hayır," oldu. Yani belki bikaç günlüğüne evet ama daha uzun değil. Bi kere gittim, yetti gibi geliyor. Bi coğrafyanın ruhunun içine giremeyeceksem o zaman geçirdiğim 3 haftadan daha uzun süreyi aynı yerde harcamak anlamsız geliyor. Şimdi gitsem, yine aynı olacak. Mekanın, toplumun ruhunun içine girebilmek bambaşka ve öyle turist olarak yapılabilecek bir şey değil bence. O yüzden uzun süreli turistlikler evimi özletiyor bana. Belgeselde de izleyebilirdim diyorum. "Neden geziyoruz ki?" demiyorum, yani bunu bir ideoloji gibi savunmuyorum, yani bu bi fikir değil, bi his.
Amma velakin hala ne zaman bi Japon çizgi dizi/filmi izlesem, o çizgilerin içine dalıp orada yaşamak istiyorum. Ben ben değilmişim de o çizgilerden biri olmuşum mesela. O etki yine var üstümde ve bunu çok seviyorum. Bi gün, bugünler geçtiğinde ve yine Japonya'ya gidebilir hale geldiğimde, belki bu etkinin gazına gelip o ülkeye tekrar gitmek isteyebilirim. Hiç belli olmaz.
Tabi biraz da konusundan bahsedeyim. Bir yayınevinin bir kenara atılmış sözlük departmanında geçiyor her şey. Son derece içe kapanık fakat kelimelerle arası çok iyi olan bir başrolümüz var. Departman, şimdiye kadar yapılmış en iyi sözlüğü yapmaya uğraşıyor. Elemanlar ilk defa duydukları kelimeleri not ediyorlar sürekli. Sınıflandırma, sıralamayla dolu bi iş. Raflarda dosyalar, diziler, sınıflandırmak için görsel işaretler... İnce, çok ayrıntılı bir iş. Burdaki büyük Van Dale Sözlüğü'nü hatırlattı bu bana. Sanırım düzenli olarak yenilenen, geleneksel bir sözlük bu. Sahaflarda mutlaka bulunuyor eski baskıları. Bende de var 90lardan kalma bir set. 3 kalın ciltten oluşuyor. Türkiye'de var mıydı böyle temel bir sözlük? Okul için olan küçük Altın Sözlüklerden filan bahsetmiyorum. Türkçe'deki tüm temel sözcükleri kapsadığını iddia eden ve ara ara yenilenen bir sözlükten bahsediyorum. Varsa da her eve girecek kadar önemsenmemiş belli ki.
Böyle bi dizi izleyeceğimi hiç düşünmezdim. Çok sevdim. Bir işe kendini adayan insanları izlemenin verdiği tatmin de vardı tabi. İçe dönük-dışa dönük insanların birbirlerine saygı duyup peşinden koştukları işi aşkla bitirebilmelerini görmek, huzurlu bi iş ortamı, arada bi ortaya çıkan kedi... Bence huzurun resmiydi bu dizi.
Linki de bırakayım buraya:
https://en.wikipedia.org/wiki/The_Great_Passage_(TV_series)
İşte böyle, daha fazla uzatmayayım, ilk haftanın ilk postunu burada sonlandırayım.
Selamlar,
Kanatlı Kedi