Selam insanlar, nabersiniz?
Ne yazacağımı bilmiyorum. Zorunda mıyım? Hiç. (Referansı bilmeyenler, internet esprilerine uzak olanlar için Dilber Ay videosunu
şuraya koydum.)
(Kadın videonun başında, sonunda ne demeye çalıştı acaba? Hiç bilmiyorum. Gülüp geçmeye meyilli bu ruh halimizin allah belasını versin.)
(Bu arada videonun altında Ali İhsan Varol videosu çıktı. Bu adam n'apıyor şimdi? Gerçekten dövmüş mü karısını? Nasıl yapar, yaptıysa? Böyle insanların altından niye böyle bokluklar çıkar? Çıksın canım bize ne, kendi fikrimize yakın işler yapan insanların mükemmel olduğunu düşünecek kadar safsak, böyle hayal kırıklıklarını da hak ediyoruz demektir. Hak etmek ayrı mı yazılır? Bi tuhaf geldi gözüme. Doğru ayrıymış.)
Bu hafta dil kurslarımın 4. haftası sanırım. Hala derse yeni katılanlar oluyor. Yeni biri gelince, her öğrenci kendini tanıtma konuşması yapıyor kısaca. Adım şu, şurdan geldim... Haftada 3 gün bu konuşmayı yapmak zorunda kalıyorum. Gündüz kursundaysam şu kadar çocuğum var, akşam kursundaysam şurda çalışıyorum, gibi şeyler söyleniyor.... Hangi zaman diliminde olursa olsun, cevabım hep diğerlerinden kısa oluyor. Çünkü çocuğum yok ve çalışmıyorum. Bu akşam yine "çalışmıyorum" deyince sınıf güldü. Komik bi cevap çünkü. O cevabı verirken aslında vermemek istediğimi herkes anlıyor çünkü, nasıl can çekiştiğimi görüyorlar. (Her duygumu gereksiz bi şekilde her an yüzüme yansıttığımdan olsa gerek.) Pis Avrupalılar, karşılarında can çekişiyorum, gülüyorlar. Neyse ki bi taraftan da yardımıma koştular, "peki hobilerini anlat o zaman,"dediler. Anam, bu sorunun cevabını hiç düşünmemişim. Puzzle yapmak, film izlemek, dedim kaldım. Aydınlandım! Abbov, dedim, bundan gayri ben bunu kullanırım. Hatta yeterince cesur bi çocuk olursam "çalışmıyorum, o yüzden hobilerimden bahsedeceğim, şunu, şunu, şunu yapmayı seviyorum." diyebilirim. Al sana diğerleriyle aynı uzunlukta bi konuşma.
Norveçlinin hobilerimden bahsetmemi istemesinin yanında, diğerleri de "peki aktif olarak iş arıyor musun?" dedi. Çünkü muallakta konuşuyorum (bu soruyla muhatap olmamak ve yalan söylememek için). "Çalışmıyorum" diyorum. "İş arıyorum" da diyebilirim ama demiyorum. Neden? Bi hafta sonra soracaklar, buldun mu, nasıl gidiyor, diye. Bu sorulara Türkiye'deki kendimden alışkınım. Her seferinde "hayır, bi gelişme yok" demek sinir bozucu. Hele ki bu süre 1 hafta, iki hafta, üç hafta derken ayları buluyorsa... Daha da sinir bozucu. Acıma ifadeleri, iş bulma çabaları... Anadolu insanının yardımsever halleri...Kötü değil, yanlış anlaşılmasın. Burda da var aynısı. Soyadımı bilmeyen insanlar bu akşam bana iş bulabileceğim mecraları anlattılar. Dersin sonunda içlerinden biri CVmi koyabileceğim siteleri not ettiği kağıdı uzattı misal, içlerinde bilmediklerim vardı, güzel. Sinir bozucu olmasının sebebi başka. Birincisi, benzeri çabaları Türkiye'deyken gösterip bi sonuca ulaşamamış olmam. Çünkü hayatta bi kere başarısız olunca hep başarısız oluruz. Benim süper yaşam felsefelerimden biri bu. (Dikkat: ironi var.)
İkincisi, Türkiye'de bi türlü iş bulamadığımdan, şu an evli olduğum adam, o zamanlar sevgilim olan adam, yurtdışında iş bulunca hemen atladığım, apar topar evlenip buraya geldiğim için, ciddi bi iş deneyimim olmaması. Yaşımın 30 olması. Mühendislikten mezun olup mülhendislik yapmayı zerre kadar istemeyişim, hatta yapmayacağıma dair bi hocama söz verdiğim için beni son kaldığım dersten geçirmiş olması. Diplomamın işe yaramaması.
Bu iki maddeye rağmen gayet de iş bulunabilir, biliyorum. Lakin ki asıl sebep şu: İnsan ilişkilerinde iyi değilim. Çabuk sinirleniyorum, haksızlığa uğradığımda elim ayağıma dolaşıyor, mükemmel iş yapmaya kafamı o kadar takıyorum ki, hata yapınca çok bozuluyorum, göz teması kurmak, konuşurken elimi kolumu nereye koyacağımı bilememek gibi sorunlarım da var. Ama en önemlisi her türlü duygu yoğunluğunda titreyerek ağlıyorum. Kendimi tutamıyorum. İletişim kurmak imkansızlaşıyor. Saçma sapan bi hal.
İşte, ne zaman "Neler yapıyorsun?" diye sorulsa gerilmem bundandır. En bariz olan, küçüklüğümden beri başıma bela olan bu fiziksel sorunumu kimseye anlatmak istemiyorum. Fakat o lanet olası sorunun cevabı illa buraya varıyor. Çünkü insanlar illa yardımcı olmak istiyor. Ya iş arıyorum deyip geçiştireceğim, ya da ayaküstü bi konuşmada en büyük psikolojik sorunumu ortaya sereceğim. O soru geldiği anda bi seçim yapıyorum, artık olay gittiği yere kadar gidiyor. Kendin kaşındın yavrum deyip, zevkle izliyorum bazen vermeye çalıştıkları tepkileri.
Bunu şimdi niye burda anlatıyorum, bilmiyorum. Kendime isyanlardayım sanırım. Ne içine attın ayol! Şiştin valla şiştin. Bu kilolar hep ondan. De ki benim psikolojik problemlerim var, evladın olsam çalıştırmazsın beni ofisinde. De ki, ben kitap, müzik, müze, film, o kadar. Bana insan yok. No insan.
Evet, asıl sıkıntı bu. İnsansız iş arıyorum. Bu memlekette gözünü sevdiğimin kütüphaneleri bile aşırı sosyal, sürekli bi etkinlik, çoluk çocuk çığlık çığlığa... Hadi onu geçtim, yetişkinlerle sürekli bi etkinlik var. Küçüklüğümden beri olmak istediğim mesleklerden biri de kütüphanecilikti, kendi köşemde takılcam, bissürü kitap okuycam falan diye.... Şimdi kütüphaneci olmak için okulundan mezun olman gerekiyor, onu geçtim, bi de bu sosyallik meselesi var. Kaç tane kitap okuyabiliyorlardır ayda, çok merak ediyorum. En azından bu ülkede işler böyle.
Bi çok insana şımarıklık gibi gelecek bu cümleler, diye de yüksek sesle söyleyemiyorum bunları. Kim ister insanlarla uğraşmayı. Sanki biz biliyoz da mı oynuyoz, diyecek herkes. Derdini sikeyim butonuna basacak falan...Expat karısı diyecek, geçen günlerden birinde Amsterdam'ın bi yerinde
"Kocan çalışıyo..." dedikten sonra "...sen yiyosun..." manasında ağzını yüzünü oynatan amca gibi tepkiler verecek... diye. Ayh yazarken içim sıkıldı.
Ne manyağız arkadaş, ne manyağım, ne çok takıyorum başkalarının düşüncelerini. Neyse, o adamın cümlesini tamamlamasına izin vermeden cevabını verdim ya, bu da bi gelişme. Sen kimsin? Beni tanımıyorsun, ben seni tanımıyorum, bu kadar derin konulara girmemize gerek yok. Bitti. İstediği kadar açıklasın kendini sonra.
Netekim, bi sonuca varabilirsem varayım...
Konuşmayı sevmeyen demeyeyim de (konuşunca çenem durmuyor), konuşmayı beceremeyen biri olarak, benim de derdim bu. İster sikiniz, ister sikmeyiniz, sabaha bırakınız.
He bi de , benim gibilere sanırım introvert (içe dönük) deniyomuş. Bi TED konuşmasından kapmıştım bu düşünceyi, aaa beni anlatıyo, diye. Kendimi değerli hissettiğim için bu sıfatı almak istiyor da olabilirim tabi. Son zamanlarda introvertler için iş başvuru yöntemleri gibi yazılar okuyorum. Yeterince dışa dönük bi çocuk olursam, bi bakmışınız, bi gün çalışıyor olurum. O zaman bu yazıyı güncellerim, birileriyle kavga edip işten istifa edene kadar... Sonra da neden , ne kadar haklı olarak istifa ettiğime dair bi yazı yazarım. Waarom niet? Why not? Neden olmasın? Hayat bu, heyecanlarla dolu...
Introvertlerin özelliği hep bu mu bilmiyorum ama çok karamsarım bi de. Misal, hiçbi seçimde ümitlenmem. Ülkenin yüzdesi birden değişecek mi? Bi işe başvuruyorsam, insanları sıkmamak için, ya da değişiklik olsun diye heyecanlıymış gibi yaparım ama içten içe aslında hep o işin olmayacağına inanırım. Herhangi bi yenilik olacaksa hayatımda, kötü ihtimalleri düşünen hep ben olurum. Kodumunun insanları, hayal kurmak kolay, azcık da gerçekçi olun, size kalsa, otuz kere trafik kazası geçirdiydik, otuzbin kere kavga ettiydik. Hayret bi şey ya, her seferinde kötü polis ben oluyorum.
Yeter ulan! (Yetmedi)
Şaka. Bunun hafiften bi tatmin verdiğini de itiraf edeyim. Haklı çıkma hissi, yaşıtlarına göre olgun olma, olgun görülme, danışılan kişi olma hissi. Yakın arkadaşımı ayarlamaya çalıştığım lise platonik aşkımın da dediği gibi, "bilge hatunumsu bi hava"ya sahip olma hissi... O ayarladığım kızın öyle bi havası var mıydı? Yoktu. Hahaaa... Kim kazandı? En çok ben.
Pek çok insanın anlayamayacağı türden bi ruh hali. DEğiştirilebilir mi? Bilmiyorum. Ama kendimle böyle umua açık dalga geçmek hoşuma gitti. Belki faydası olur. Yarın yokmuşçasına yayımlayacağım bu yazıyı.... Uuuv büyük değişiklik! Devrim adeta!