Las Palmas'a gittik geldik. İnternette bu adayla ilgili çok fazla Türkçe bilgi olmadığını söyledi u. O yüzden öğrendiğim kadarıyla yazayım dedim:
- Kanarya Adaları'ndan biri Las Palmas. Ada'nın ya da sanırım tüm Kanarya Adaları'nın kuş olan kanarya ile ilgisi yok. Köpek çeşidi olan kanaryaya ithafen bu ismi vermişler. Hatta kuş olan kanaryaya da bu adalardan sonra isim verildiği iddia ediliyor. İsim konusu karışık yani. Ama gözünüzde cıvıl cıvıl kuşlarla dolu bir ada canlanmaması için söyleyeyim dedim.
- Kanarya Adaları İspanya'nın olduğundan mütevellit, İspanyolca konuşuluyor. Genellikle İngilizce bilmiyor esnaf, çalışanlar. Ama el kol hareketleriyle bi şekilde anlaşılıyor. Gerekli kelimeler:
servesa: bira
vino: şarap
bianca: beyaz
seco: sek
grande: büyük
porfavor: lütfen
hola: meraba
grasyas: tişikkirlir
buenasnoçes: iyi geceler
Bana yetti bu kadarı.
- Çok rüzgarlıydı. Zaten sanırım rüzgarıyla ünlüymüş burası. Dolayısıyla malak gibi yatıp güneşlenmek ya da çarşaf gibi denizde yuvarlanmak için ideal bir yer olmayabilir. Adanın kuzeyinde güneyinde filan rüzgar ve sıcaklık değişebiliyor. Ne amaçla gidiyorsanız, kalacağınız bölgeyi ona göre belirleyip, o amaca uygun mevsimde gitmeniz iyi olabilir. Misal Mart sonunda denize girmeyi geçtim, deniz kenarında kıyafetler içinde oturmak bile zordu benim için. Üşüdüm, rüzgardan beynim döndü. Tabi denize giren ya da güneşlenen çılgınlar vardı ama epey azdı. Peki hangi mevsimde/bölgede rüzgar az olur? Bilmiyorum. Bi daha gelecek olursam araştırırım.
- Vegueta: Las Palmas'ın tarihi şehir merkezinin ismi. Şehir gezisi yapmak istiyorsanız bu civarda kalmanız mantıklı. 15. yüzyıldan kalma binalar, katedral, arkeoloji müzesi, Colomb'un kaldığı iddia edilen ev bu bölgede. Hemen dibinde, ışıklardan karşıya geçiverince de Triana bölgesi başlıyor ki burası da 18. yy mimarisiyle süslü. Büyük bir alışveriş caddesi ve ona bağlanan ara sokaklar, İstiklal ve yan sokaklarını andırdığı için pek bi hoşumuza gitti. Sokak sanatçıları görmek mümkün ama çok azlar, neden bilmem, turist sezonu başlamadığı için muhtemelen.
- Yeme içme Hollanda'ya göre ucuz ve lezzetli olduğu için yemeğe abandık biz. Genelde ortaya söyleyip paylaştık. Meze usulü işte... Yeme içme Triana'da Vegueta'dakinden daha ucuz.
- Vegueta ve Triana'da deniz kenarında takılmak mümkün değil çünkü denizle aralarında otoban var. Belli noktalardaki yaya altgeçitlerinden geçip deniz kıyısı boyunca uzanan yürüyüş yoluna ulaşmak mümkün ama o kadar. Spor amaçlı değilse pek gitmiyor insanlar o yola. Otobanın gürültüsü var. Denize ulaşmak içinse hala kayalıkları aşmak gerekiyor. Bi tanecik bile dükkan yok, satıcı yok. Yine, sezon başlamadığı için bu kadar sönük diyebiliriz. Ama sezon başlasa da çok farklı olmayacağını düşünüyor insan. Deniz kenarına ulaşmak için turistin vermesi gereken emeği geçtim, uzaklardaki manzara da pek iç açıcı değil. Petrol/doğalgaz kuyusu olduğunu sandığımız, ne idüğü belirsiz şeyler var denizin içinde.
- Manzara ya da deniz keyfi için adanın başka yerlerine gitmek gerekiyor. Yani "yüzmesek bile akşamları deniz kenarında bi lokantada yemek yeriz, bira içeriz" düşünceniz varsa, Ada'nın kuzeyindeki çıkıntıya alalım sizi. Bölgenin adını bilmiyorum ama Auditorio'ya giden otobüslere binip son durakta inerseniz, sahil boyundan kuzeye doğru yürürseniz, bol bol mekan göreceksiniz. Ki oldukça canlı bi turistik sahil şehri burası aynı zamanda. Çok tarihi değil gibi. Müze filan çok yok. Bol bol otel, restoran, apartman, dükkan var. Bol bol sörfçü var, rüzgar ve dalgadan ötürü. Ama bi yerde dalgakıran vardı, yüzülebilir hale gelmişti deniz, tabi rüzgardan insanın götü donmasaydı..
Deniz konusunda çok usta sayılmam o yüzden çok konuşmayayım.
- Ada'da otobüs sistemi iyi çalışıyor ve google maps'ten gönül rahatlığıyla yararlanabilirsiniz. Biletler şoförden alınıyor. 20 dakikalık yol 1.40euro civarıydı sanırım.
- Las Palmas'ı en farklı kılan özelliklerinden biri çölünün olması. Deniz kenarında çölümsü kum tepecikleri var. Oralarda yürümek turistik bi aktivite. Yürümeden ayrılanı dövüyorlar. Yoğun istek üzerine ben de yürüdüm. Herkes bayılıyor. Bence olmasa da olurdu. Uzakta oturup yürüyen insanları seyretmeyi tercih ederdim. Ama siz bana bakmayın, ben Eyfel Kulesi'ne çıkma eylemini de saçma bulup aşağıda beklemiştim. Sadece, çok güneş yokmuş gibi görünse de yanabilirsiniz, dikkatli olun (yanan arkadaşlarımız var). Çişinizi falan yapıp gidin eğer çölde uzun vakit geçirmek istiyorsanız. Tuvalet, kafe, restoran falan yok. He bu arada bu bölgenin adı Maspalomas. Otobüsle gidiliyor. Adanın güneyinde.
Özetle diyeceklerim bitti.
Bundan sonra, ordayken aldığım notları aynen geçiriyorum:
Casa de Colon: Kristof Kolomb'un evi. Giriş 4 euro. Ev dekorasyonu yok. Tamamen sergi salonu olarak tasarlanmış. Haritalar, keşif yapmak için kullanılan aletler (pusula, kum saati, usturlap vs). Piri Reis haritasının kopyası da var. Yıldızlara bakıp yönünü bulmak... Ne enterasan bi şey. Ve harita çizmek... Nasıl geldi acaba insanların aklına? Haritayı bir kürenin etrafına dolamak, bu dolama işine uygun şekilde çizmek haritayı.... İnsan zekasına saygı duydum bi kez daha. Uygarlık denen şey bu türden zekayı gerektiriyor. Fakat başka türden zeka eksik sanki... Kolomb'dan önce burada yaşayan yerliler hakkında çok bilgi yok. Onlara n'oldu? Bazı resimlerde vahşilere de yer verilmiş. Bi de küçük bi bölümde arkeolojik kalıntılar sergilenmiş, Mayalar'dan, Aztekler'den kalanlar... Onlar burda mı yaşıyorlardı ki? Amerika'da değil miydi onlar? Bir adamın koleksiyonuymuş zaten sergilenenler. Burdan olmaları iddiası yok yani. Ama burdakilere n'oldu? Kolomb'un günlüğünden parçalar sergilenirken, Sömürgeciliğin Tarihi kitabında bahsedilen, tecavüzlerini anlattığı kısımlardan neden bahsedilmemiş? Yanlış mı hatırlıyorum yoksa? Yoksa yalan mıydı o bilgiler? Yoksa "bu müze sadece Kolomb'un bu evle ilişkisiyle ilgili" mi diyorlar?
Arkeolojik kalıntılar çok ilginçti. Sanki şimdiki bilim kurgu ya da animasyon film karakterleri hep bunlardan ilhamla tasarlanıyormuş gibi geldi. |
Çok karizmatik değiller mi? |
İlkokul öğrencileri vardı. Okul gezisiyle gelmişler. Müze görevlilerinden dinliyorlar hikayeyi. Ben anlamadım tabi ne konuştuklarını ama çok eğlendikleri belliydi. Öğrencilere kötü şeylerden bahsetmek olmaz tabi. Çok fena resmi tarih kokusu aldım kısacası. Hollanda'da az buçuk bahsediliyor sömürgeciliğin kötü yüzünden. Rijks'ta bile, Altın Çağ ve dönemin sanat eserleri ballandıra ballandıra anlatılırken, köleler de unutulmuyor. Burda bu hiç konu olmuyor mu acaba, diye merak ediyorum. Yoksa burda yerliler yok muydu Kolombgillerden önce?
Canarian Guanches: İspanyollardan önce burda yaşayanlar. İspanyollardan bulaşan hastalıklardan ölmüş birçoğu. Geriye de pek insan kalmamış. Kalanlar uyum sağlamış İspanyollara. Şimdi Guanchesler cesaretleriyle anılıyormuş. Kimilerinin İspanyollara boyun eğmemek için kayalıklara atlayarak kendilerini öldürdüklerine dair efsaneler varmış. (Kaynak: İnternet) E peki müzede niye adları hiç geçmiyor?
Öğle arası. Dükkanların çoğu kapalı, 4 civarına kadar. Hepsinin çalışma saatleri kapısında yazıyor. Bi barda oturuyorum (Yeme içmelik yerler açık). Dışarda. Hafif serin aslında. Eve gitsem ve 4ten sonra çıksam, olur. Hem daha kalın giyinirim.
Bu arada bi parfüm aldım. Resmen kakaladılar. Kolye. Parfüm sıkılabilen türden. Kaç gün takıcam acaba? 15euro. Ökaliptus, deniz kokulu, amacım deniz kokusunu hatırlamak, deniz kokmak değil tabi. Bi daha gaza gelmiycem, hayır diyemediğim için bi şey almıycam, söz. (Sözümü tuttum)
Canlı müzik olan bi meydandayım. Bi sokak sanatçısı gidiyor, yenisi geliyor. Sanki belli bi programları var.... İlkine elimdeki bozuk paraları verdim. İkincisine ve şimdi de üçüncüsüne para kalmadı. Masaları dolaşıyorlar müzikleri bitince. İnsan utanıyor bi şey vermeyince. 5euroyu da çıkarıp veremem ki... Ne vermeli? Fiyatı belli olsa, gönlümden kopanı vermem gerekmese keşke. Gönlümden ne kopmalı?
Triana alışveriş caddesinde heykellerin yanına oturdum. Ayağım acıyor. Yürüyemiyorum. Yürümek de istemiyorum. Şuraya kıvrılıp uyusam... Perez Goldes Müzesi'ne girdim bugün. (Las Palmas'lı İspanyol yazarın doğduğu evi müze yapmışlar.) Şimdi sıra Museo Canario'da. Arkeoloji müzesi. İspanya öncesi Las Palmas hakkında bi şeyler öğrenirim diye umuyorum.
Ev. Yani otel. Arkeoloji müzesine gittim. Orda da aradığım bilgiye ulaşamadım. N'oldu buranın yerlilerine? Audio guide vardı. Telefonla Googles'tan kodu okutup dinledim ama şarjı bitmek üzereydi. Aslında benim de şarjım bitmek üzereydi. Bazılarını dinlemedim. Neden duvarlara filan yazmazlar ki şu bilgileri? Fotoğraflarını çeker sonra okurdum ne güzel. Şimdi gittim mi gitmedim mi emin olamadığım müzeler listesine dahil olacak bu da. Unutmamak için yazayım: Ölülerini nasıl gömdüklerine dair bir oda. Kat kat derinin içine sarıp yerin altına gömerlermiş. Kefenlenmiş, cam tabutlarıyla sıralanmış ölülerle dolu uzun bi oda... İki uzun duvar kurukafa dolu dolaplarla kaplı, tabandan tavana kadar... Odanın sonuna kadar bi gazla yürüdüm, sonunda yeni bi konuya geçer umuduyla. Fakat hayır, bu sefer içi boş, kapağı açık tabutların sıralandığı yeni bi oda! Girmedim bile bu kez. Hemen geri döndüm, gıcırdayan ahşap zemin yüzünden koşmamak için kendimi zor tuttum. Çok tuhaf. Neden bu kadar korktum? Canlı olmadıklarını biliyorum. Ki olsalar, bi anda canlansalar ne olacak? Ne malum bana zarar vermek isteyecekleri? Belki oturup güzel güzel muhabbet edeceğiz? Bu korkunç ölü hikayelerini hiç dinlemeseydim, izlemeseydim, okumasaydım yine korkar mıydım acaba? Ölüm neden hep korkunç? Sanırım suretlerinden korktuğum kadar korkmuyorum ölümün kendisinden. Çok tuhaf. (Neyse..) Sonra yerlilerin kıyafetleri, toplumdaki konumlarının kıyafetlerinden anlaşılması, dağa taşa oyulmuş evleri, taştan kendileri inşa ettikleri evler.... Unuttum bile, bana göre, arkeolojiye cidden ilgi duymayan birine göre çok da önemli olmayan bir sürü bilgi. Yorgunken gitmeseydim muhtemelen daha çok zevk alırdım.
Önceki müze daha ilginçti. Perez Galdos'un Evi Müzesi. Doğduğu ev. Sonra Madrid'deki eşyalarını bu eve getirip sergilemeye başlamışlar. İki tane orta bahçesi (patio) var evin. Biri girişte, diğerine de ilkinden geçiliyor. Alt kattaki odaların hepsi patioya açılıyor. Üst kattakiler de balkona. Balkon da ortabahçeye bakıyor tabi. Ada'da, evlerin dışarı, yola bakan balkonları yok denecek kadar küçük hep, şimdilerde Fransız balkonu dediğimiz türden. Neden acaba? Perez'in ailesi zengin sayılırmış, hizmetçileri varmış. Evleri de o zamanların standardına göre büyükmüş. (Şimdinin standardına göre de öyle). O koca evi temizlemek tek temizlikçiyle de olacak iş değil (Bizim evi düşününce). Parfüm müzesinde/dükkanında gördüğüm volkanin taşın suyu temizlemede kullanılması olayını burda da gördüm. (Yağmur suyunu büyük bir kase şeklindeki volkanin taşın içine dolduruyorlar. Havada asılı duruyor. Altına da bir bardak koyuyorlar ki, damla damla süzülüp, temizlenen su içilebilsin.) Ama çok yavaş süzüldüğü için, günde bir bardak su anca çıkıyordur, diye tahminde bulundu müze görevlisi. Parfüm yapımında nasıl kullanılıyordu bu taşlar? Hatırlayamadım. Halbuki 15euroluk kolyeyi satmak için o kadar da açıklamıştı kadıncağız. Tekrar gidip sorarım belki. (Sormadı)
Perez romanlar yazmış. Dindarmış (her odasında İsa ikonları var) ama kilisenin otoritesine karşıymış. Cumhuriyetçiymiş bi de. Zengin fakir farkından şikayetçiymiş. Birileriyle hep bi problem yaşamış bu tip fikirleri yüzünden. Ama şimdi okulda okutulan, İspanya'nın en önemli yazarlarından biri sayılıyormuş. Farklı dillere çevrilmiş kitaplarının olduğu bir dolap vardı. Ama Türkçe'ye çevrilip çevrilmediğinden emin olamadı görevli. İyi biriydi. (Ziyaretçi az olduğundan mıdır nedir, bütün müzeyi gezdirdi, açıkladı. Tek başıma gezmemin pek anlamı olmazdı zaten, açıklamalar hep İspanyolca'ydı.) İdefix'e baktım şimdi, sadece e-kitapları görünüyor, onlar da hep farklı dillerde.
Kartpostal almalıyım. Bi de bulursam böyle küçük bi not defteri alabilirim. Yeterli. Yarın CAAM'a, modern sanat merkezine giderim. Otelde bikaç resmine rastladığım Paco Sanchez'in sergisi varmış. Sonra Katedral, Müzesi ve Kule. Başka? Bi yerlere gitsem.... Köylere ya da Ada'daki başka şehirlere... Ama araştırmak için hiç enerjim yok. Yatıp uyumaktan başka isteğim yok.
Eskiden odaların penceresi olmazmış. Fazla güneşten korunmak için heralde. Patiolara açılan kapıların üstündeki pencereler varmış bi tek.
Amsterdam'daki Ç.'ın sahibini andıran bi adam. Güven vermiyor. Nohut yemeğine benzer bi şey yedim az önce. İspanyol sucuğu vardı içinde iki dilim. Sucuklu kuru fasulyesi gibi annemin. Nohuta da sucuk katar mıydı? Elinde ne varsa kattığı olurdu. Tarifinde yazmasa bile. (Tarif mi? Annem tarifle mi yemek yapardı? Ayrıca annem ölmedi yav, ne bu geçmiş zaman hikayesi? O kadar az görüyorum ki, annemden bahsederken hep çocukluğumdaki halinden bahsedesim geliyor? Şimdi nasıl? Değişmiştir kesin. İnsan sonuçta. Geçmiş zaman kullanmam gerçekçi.) Şimdi, adının İspanyol omleti olduğunu öğrendiğim bi şeyi bekliyorum. Patates püresiyle karışık bi şeyler.
Yarın bi yerlere gideriz. Hem tek başıma olduğumdan, bi maceraya atılmaya üşendiğimden, hem de... Neydi ikincisi? Cümlenin başında aklımdan geçeni ortasında unutuyorum bazen. Kısa cümleler kurmalıyım.
Bugün kahvaltıda otel sahibi Ana'ya esir düştüm. Fikir vermemi ister misin? dedi ısrarla. Ben de sırf sormuş olmak için "Çevre illerde tarihi, görülecek yer var mı?" dedim. İnternette bulamadım çünkü. Old town'u olan bi yer arıyorum, bulamadım. Sadece bi meydan ve kiliseden ibaret gibi sanki tarihi olduğu iddia edilen yerler. O da tam istediğim gibi bi yer bulamadı. Otobüsle 45 dk mesafede arkeoloji müzesi varmış. Ama bi müze için rahatımı bozmak istemiyorum. Tek başıma otobüs aramak, bulmak istemiyorum tabi bi de. Korkağım evet. Kaç gündür müze manyağı oldum bi de. Gerçekten, "Las Palmas'a gittin de, görmedin mi?" denecek yerlerden değilse götümü kıpırdatmak istemiyorum. Epey bi zaman kendimi oyaladım. Katedral'e gideyim, sonra otobüse binerim, çağdaş sanat müzesini de gezeyim, sonra... Derken şimdi yemek yiyorum ve Gadler midir nedir (Galdar) oraya gitmemeye kendimi ikna ettim. İstemiyorum. Sırf Ana'ya ayıp olmasın diye önerisini dinlemiştim. Bi de "Kaç gündür göt kadar şehirde n'apıyo bu manyak?" diye konuşmasın elalem diye. Şimdi koyverdim. Elaleme ne? Elalemden bana ne? Biraz daha gezinip otele dönerim. Okurum, yazarım. Belki motifimi örerim. Uyurum.
İspanyol omletini sevdim bu arada. Pattisli yumurta. Ama dilimlenmiş. Ve sarımsaklı sosla yeniyor. (bütün gün geçmedi o sarımsağın kokusu).
Katedral müzesi: 3 euro. Katedral'e girmek için de bu bileti almak gerekiyor. Haçlar, İsalar, Meryemler, azizler, papazlar... Klasik Kanarya mimarisi, patiolu, balkonlu... Benim için hiçbi anlam ifade etmeyen resimler, heykeller, mumlar, org, süslemeler... Sadece insan evladının yeteneğine hayran kalıyorum. Yüpyüksek kubbe, kubbelerden birine çizilmiş duvardan duvara resim, kubbenin dört köşesine yerleştirilmiş heykeller... İnsanın din uğruna altına girdiği kutsal yük=Tapınak. Bugünkü Katedral'de büyük bi masanın ayaklarında iki büklüm olmuş, sırtında masayı taşıyan insan figürleri vardı. Bu binanın yapılması için kaç insan taş taşıdı acaba? Kaç kişi öldü inşaatta? Şimdi de havaalanlarının inşaatlarında ölüyor insanlar. Büyük ibadethanelere gerek yok artık, eskiler yetiyor. Güç göstermek için ibadethaneye değil, havaalanına, istasyona, AVMye, metroya, köprüye, sualtı yollarına, adalet saraylarına, hökümet sarayına ya da başka saraylara ihtiyaç var.
Ve CAAM: Paco Sanchez'in sergisi. Adalıymış. 40larda doğmuş sanırım. Bizim oteldeki Ana da Sanchez'den bi lamba yapmasını istemiş, girişte sağdaki odacıkta asılı. Belki yanlış anladım. Bi ressamdan lamba yapmasını istemek? Kaça patlamıştır, diye düşünmeden edemiyor insan.
Bi sergi daha vardı. Süslü kıyafetleriyle klozet temizleyen bi kadının fotoğrafları. Ve bu konuyla ilgili başka 3 boyutlu şeyler. (Çağdaş sanatta seviyem bu: "Şeyler")
Sonra memeli sergi. Saçmaydı, çok saçma. Yine kadınlıkla ilgili bi şeyler ama çağdaş sanata duyduğum azcık ilgi de yok oldu bu sergiyle. Neyse ki ücretsizdi. Soyut resmi anlamaya çalışıyorum artık, bazen zevk bile alıyorum ama ne demek istediklerini bi türlü çözemediğim videolar, 3 boyutlu heykel desem değil, eşya desem değil çalışmalar...içim şişiyor. Şair burda ne demek istemiş... çözemeyince deliriyorum. Aklımın bi köşesinde de hep bi şüphe: "Hiçbi şey demek istemeyip, bizle dalga geçiyo olmasın?!"
Burda hiç Türkçe duymadık. Türklerin pek gelmediği yerlerden sanırım. (Ya da vizeye ve yol parasına o kadar para verince düzgünce araştırıp insani bi mevsimde geliyor da olabilirler). Bi de fazla büyütülüyor burası bence. Kanarya adaları mı?? Vuuuu.... Sahillerini bilmem ama şehrin çok çekici bi yanı yok. Tarihin içinde yürüdüğünü hissetmiyor insan. Girit bin basar bence o yönden. Haksızlık etmek de istemem. Deniz kenarında hiç mekanın olmaması da çok sevememenin sebeplerinden.
Dilencilerin biri gidiyo, öbürü geliyo. Bi şeyler verince kendimi enayi gibi hissediyorum, vermeyince kalpsiz zengin piçi gibi. Halbuki benle alakası yok olayın. Versem de, vermesem de, ne ben onların umrundayım, ne de onlar benim umrumda. Hayır yapıp vicdan rahatlatmak da mümkün, vermeyip vicdancılıktan kaçınmak da. İkisi de önemsiz. Hiçbi şeyi kanıtlamıyor.
----
Notlar bu kadar. Ortalığı grafitilerle şenlendirerken selamlarımı sunarım.