27 Temmuz 2016

Bir Kitapçı Dizisi: Black Books



Dükkanın sahibi Bernard, nalet bi  insan. İnsanlardan (müşterileri de dahil olmak üzere) nefret ediyor, daha doğrusu onlara tahammül edemiyor. Hiç müşteri gelmese, bütün gün dükkanda kendi halinde takılsa daha mutlu olacak. 30lu yaşlarında bi adamın para kazanmayı kafasına zerre kadar takmadan, sahaf açabilmesine, canı sıkılınca müşterileri kovalayıp dükkanı kapatmasına özeniyor insan biraz. 
Bernard'ın yan komşusu: Fran. Tuhaf tuhaf şeyler sattığı bir dükkanı var O'nun da. Gelen malların ne işe yaradığını anlamak için epey uğraşması gerekiyor. Abidik gubidik hediyelik ürünler işte. Canı sıkıldıkça Bernard'ın dükkana geliyor, sigaranın şarabın dibine vuruyorlar.

Bir gün hayatlarına Manny giriyor. Bi şirkette muhasebeciyken, kaderin cilvesiyle Black Books'ta çalışmaya başlıyor ve bu muhteşem üçlü sürekli didişen kankalara dönüşüyor. 

Bernard ne kadar suratsız, sandalyeden kalkmayan, yediğine içtiğine dikkat etmeyen, kimse dokunmasa aynı sandalyede uyuyup uyanıp kitap okuyup şarapla beslenip tekrar uyuyabilecek bi insansa, Manny de bi o kadar insan canlısı, muhabbeti seven, yardımcı olmayı seven, Bernard'a çeki düzen vermeye çalışan, sabitlikten canı sıkılan bi insan. Dolayısıyla bazen birbirlerini tamamlıyorlar, bazen ikisine de gına geliyor ama her seferinde Fran'in de araya girmesiyle dengeyi bulup tekrar bir araya geliyorlar. Yoksa biz niye izleyelim zaten, di mi?

Bence dizinin en güzel kısmı, bu üçlünün diğer insanlarla iletişimi. Manny'yi çok normallmiş gibi anlattım ama O da normal değil. Hiçbiri diğer insanların yanında rahat edemiyor. Sıradan insanların tuhaf davranışlarına anlam veremiyorlar. Ve bunları direk söyledikleri için başları derde giriyor. Dolayısıyla bu dükkan onların cenneti. Dışarıya uyum sağlamak zorunda kalmadıkları için hayattan soyutlanmış olsalar da, herkesin cenneti kendine. Ve onlarınki en güzeli. 

Çünkü kitapçılık değişik bi iş. Kitapçıda takılan her müşteri (ben de dahil olmak üzere) özel olduğunu, diğer insanlardan üstün olduğunu düşünür. Kitap, entellektüel bi üründür, zorunlu değildir ama lüks de değildir. Hele ki sahaftaki kitaplar, antika değeri yoksa ucuzdur, yani az parayla çok değerli şeyler almanın verdiği gururlu hazzı yaşatır. Kimi müşteri sadece kitap kokusu için gelir. Kimisi arkadaşlarıyla gelir, birbirlerine okudukları kitapları gösterip ne kadar güzel/kötü olduklarını anlatırlar. Niyetleri bu olmasa da birden kitap eleştirmeni  kesilirler, iticidirler dışarıdan bakan biri için. Ve bizim Bernard, dükkan sahibi olduğu için insanlara hep dışarıdan bakmaktadır, tiksinmekte haklıdır. 

Kimi müşteri gelip, raflarda arama zahmetine girmeden, nası bi kitap istediğini anlatır. Misal, "tatilde okuyacağım, uzayla ilgili bi kitap istiyorum ama sıkıcı olmasın", der. Acemi kitapçı bu tür soruları sever, bulmaca gibidir. Rafları ne kadar iyi tanıdığını kanıtlama imkanı sunar. Entellektüel zekasını kullanma fırsatı verir, ortalığı toplamanın dışında bir görevi daha olduğunu hatırlatır. Fakat yıllarca kitapçılık yapmış biri için bu artık sıkıcıdır. Bernard bu müşteride kötü bi okur görür. Raflardan korkan, kendi kendine kitap arayıp seçme yeteneği olmayan bir müşteri. Ve alabildiğine küçümser bu müşteriyi, bi an önce ondan kurtulmak ister. Yine haklıdır.

Misal bi keresinde bir kitap serisinin kaplarının gerçek deri olup olmadığını sorar müşteri, salonundaki mobilyalarla uyumlu olmasını istemektedir. Bernard tabi ki "gerçek Dickens" der ve kovalar adamı.

Sahaflarla büyük kitapçı zincirleri arasındaki farkı da gözümüze sokar dizi. Büyük kitapçılara yanlışlıkla yolunuz düşse bile bi şeyler alıp çıkarsınız. Bi taraftan bi şeyler yeyip kahvenizi içerken bi taraftan kitapları kurcalarsınız. Yeni çıkan kitaplar gözünüze sokulur. Kitabın değeri değil, arkasındaki pazarlama gücü rafta önlere çıkmasına sebep olur. Bi kitap vitrinde ne kadar çok sayıda yer alıyorsa, müşterinin de o kadar ilgisini çeker. Yani saçma sapan kitaplar da o vitrinlerde yer alabilir. Ve müşteri kıyafet alır gibi kitap alır. Büyük kitap zincirlerinde çok satanları almaya alışmış müşteri Bernardınki gibi bi sahafa gidince burun büker. Dağınıktır, etrafında dönüp duran görevliler yoktur, bilgisayar sistemi yoktur. (Şimdi çoğu sahafta bilgisayar sitemi var ama ikibinlerin başında geçiyor bu dizi. Ki şimdi çekilseydi bile bilgisayarın getireceği düzeni Bernard'a yakıştıramıyorum.) Kısacası Bernard bu tip müşteriden de tiksinir.

Sanmayın ki gerçek okurlara saygı duyar, hayır onlardan da tiksinir. Bernard'ı özel kılan da budur. Her yönden katlanılmaz, muhabbet tıkayan bir tiptir. Ama bi şekilde sevdirir kendini. 

Antidepresan etkisi yapıyor dizi. İzledikçe "aman be" diyorsun kendine, "rahatla, kasma bu kadar". Düzenli hayat, kariyer, insan ilşkileri... normal görünen her şeyde bi tuhaflık var. Uyum sağlayamayışını o kadar da takma kafana. Ve çocukluk hayallerine geri dönüyor insan, sahaf açmak, dünyayı boşverip dört duvar arasında kendi cennetini yaratmak... Gerçekler kafaya üşüşmeden önceki hayallerle dalga geçerek hayal kurulan 3-5 dakika...


- İngiliz yapımı
- 2000-2004 arası çekilmiş, 3 sezon, 18 bölüm
- Bi bölümde Simon Pegg barındırıyor.
- Bernard'ı oynayan Dylan Moran'ın stand up gösterileri var youtubeda. Güzel ama ingiliççe.
- Manny'yi oynayan Bill Bailey'nin bi youtube kanalı var. Stand up parçacıkları da var burda.
- Fran'i oynayan Tamsin Greig'in de dizileri varmış, birini buldum, izlemek niyetindeyim: Episodes