Hollanda'nın Cinemaximum'u olan Pathe'de Unlimited Card diye bi şey var. Aylık 19,5 euro ya sınırsız film izleyebiliyorsunuz. Tek filmin 10,5 euro olduğunu düşünürsek, çok hesaplı. Bu ay ilk defa üye olduk ve tabi Pathe'yi batırmaya karar verdik, dün iki film ardarda izledik. Ama merak etmeyin, amacım tabi ki bunları anlatmak değil.
İlk film: The Good Dinosaur. Büyüklere de hitap eden bi animasyon. Dinozorların neslinin tükenmediği, ufaktan bi medeniyet kurdukları, insanların dinozorlara nispeten vahşi kaldığı bi dünyayı anlatıyor. Konusu orjinal yani. Pixar yapımı olunca görselliği filan sorgulamaya gerek bile kalmıyor.
İkinci film: Hunger Games'in son filmi. Konusunu anlatmaya gerek yok.
Benim vurgulamak istediğim, filmler de değil, öncesinde çıkan reklamlar.
İlk filmin öncesinde su markası olan SPA'nın reklamı çıktı. Daha önce başka bir film öncesinde görmüştüm ve şok olmuştum. Anadan doğma çocuklar, gençler, kadınlar, erkekler görünüyor reklam filminde. Şuradan bi izleyin derim: https://www.youtube.com/watch?v=lLb7OiMpdcU
İkinci film öncesinde ise hem bu SPA reklamı, hem de sloganı "#SHAREYOURSEXY" olan şu iç çamaşırı reklamı gösterildi: https://www.youtube.com/watch?v=lLb7OiMpdcU
Bu ikisini kıyaslayınca, aydınlandım. İlk filmde 6, ikinci filmde 12 yaş sınırı vardı. SPA reklamında, suyun içinde doğan bir bebeğin suyun içinde büyümesi, yaşlanması ve sonunda tekrar bir bebek olması anlatılıyor. Saflık var, hayatın, çıplak yani doğal insanın, suyla bütünleşen döngüsel yaşamı var. (Suyun bu kadar temel ihtiyaçken şişelenip parayla satılmasının absürtlüğüne girmiyorum). Dolayısıyla bu film çocuklar için tehlikeli sayılmamış.
İkinci reklamda ise göz süzen, vücudunu okşayan, Hollandalıların seksilik anlayışını sorgularken adeta sevişmeye davet eden iç çamaşırlı, günümüzün ideal güzellik anlayışına uygun bir manken var. Bi miktar giyinmiş olmasına rağmen hormonları harekete geçiren, pek çok gencin izleyip izleyip rahatladığı türden bir film. Dolayısıyla, boşalma ihtiyacı henüz duymayan 12 yaş altı çocuklar için bu filmin tehlikeli olduğuna karar vermiş yetkili büyüklerimiz.
Anladım ki buradaki insanlara göre çıplaklık=seksilik/pornografi demek değil. Çıplaklık "doğal olan" diye sunulduğu zaman küçükler için tehlikeli sayılmıyor. Bu ayrım hoşuma gitti. Çünkü kıyafetin gerekliliği kültüre göre değişir. O yüzden mini etekle bisiklete rahatça binebiliyor buradaki kadınlar. Ya da saunaya çıplak girme zorunluluğu onlara göre normal. Ya da spor salonlarının duş kabinlerinin ortak olması ve insanların doğal olarak hep beraber çıplak duş alması ahlaki bir sorun oluşturmuyor. Bizimse salondan bi an önce ayrılıp eve gelip duş almaya meylimiz var. Muhafazakar olduğumuzdan, çıplak olmayı ayıp saydığımızdan değil, sadece alışkın değiliz o kadar cinsel organ görmeye veya kendimizinkini sergilemeye. Çünkü sonradan benimsemeye çalıştığımız fikirlerimize göre çıplaklık ayıp değil ama sindirmemişiz henüz o fikirleri. Sadece cinsel organ da değil, herhangi bir şekilde vücudumuzu sergilemek de sıradışı bir eylem bizim için. Kısa etek giymek, kısa kollu giymek, Türkiye'de pek çok genç kızın ailesine karşı başlattığı bir direnişin sonunda elde ettiği bir hak. (dekolteyi saymadım bile dikkat ederseniz).
"Medeniyet dediğin açmaktır bedeni" demiyorum. Zira ne kadar açarsak açalım zihnimizi açmamızın kıyafetle olmayacağını biliyorum. Ayrıca ideal bir toplum yaşamının olmadığının farkındayım ve bu yüzden medeniyet kavramını göklere çıkartmak istemiyorum. Fakat çıplaklığın nasıl algılandığı ile nasıl yaşadığımız arasında, kaybettiklerimiz ve kazandıklarımız arasında bir bağ var. Oğlan çocuklarının pipili fotoğraflarının çekildiği, kız çocuklarının "yakışmaz" veya "zarı yırtılır" diye bisiklete bindirilmedikleri bir kültürde büyüdük. Şimdi saçma gelen bu şeyler içimize o kadar işlemiş ki kurtulmak, değişmek için büyük çaba harcıyoruz. Bazılarımız bir taraftan geçmişinden kopmamaya, ailelerinin kalbini kırmamaya çalışıyor. Onlar için (ben de onlara dahilim) hayat belki de daha zor. Bunları aşmak için harcadığımız enerjiyle başka şeyler yapabilirdik. Zihnimizi açmaya çalışmakla geçiyor yıllarımız. Tam olarak açıldığını ancak ölürken göreceğiz belki. Panik yapıyoruz bu yüzden. Zaman geçiyor. Batıya yetişme özlemi içinde yanıp tutuşuyoruz. Yurtdışına taşınıp çocuğumuzu bu saçmalıklardan uzak yetiştirme telaşına giriyoruz çoğumuz. Ne kadar değişebilirsek kar diye.
Bir reklam filminden Türkiye'deki karanlığa bağlamak biraz tuhaf gelebilir ama n'apalım, benim kafam da böyle çalışıyor.