EMILE DURKHEIM VE DİN
Bu
çalışmanın amacı, Emile Durkheim’ın din hakkındaki görüşlerinin incelenmesidir.
Bunun için, çeşitli kaynaklardan Durkheim ve başlıca eserlerinden olan
Toplumsal İşbölümü ve İntihar üzerine temel bir fikir edinilmiştir. Dinsel
Yaşamın İlk Biçimleri isimli üçüncü ünlü kitabı ise çalışmanın bel kemiğini
oluşturmaktadır.
İncelemede, bu üç kitap tek tek ele
alınmış ve din hakkındaki görüşleriyle bağlantı kurulmaya çalışılmıştır.
Toplumsal İşbölümü
1893’te
yayımlanan kitabı, Toplumsal İşbölümü, Aron’a göre Durkheim’ın ilk büyük
kitabıdır.[1] Bu
kitapta, birey-toplum ilişkisini, mekanik ve organik dayanışma terimlerinden
başlayarak, açıklamaktadır.
Buna
göre, mekanik dayanışma, benzeşmeye dayalı, bireylerin aynı kutsala inandığı
toplumlarda, organik dayanışma ise bireylerin düşüncelerinin farklılaştığı
toplumlarda görülür.[2] Durkheim’ı
anlamakta ortak bilinç kavramı da önemlidir. Sadece bireysel bilincin anlatımı ya da sonucu olmayan ortak
bilinç, toplumun bütününe yayılmıştır,
ama onu farklı bir gerçeklik yapacak özel niteliklere sahiptir. Nesilleri
birbirine bağlar.[3]
Bu
tanımlardan anlaşılacağı gibi, “Mekanik
dayanışmalarda ortak bilinç, bireysel bilincin bir kısmını kaplar. (…) Toplumsal
varlığın eylemlerinin, özellikle dinsel kuralların her biri ayrıntılı olarak
belirlenmiştir.”[4]
Organik dayanışmalarda ise daha yumuşak, kişisel yorumlamaların daha çok
önem kazanıp, yasakların çiğnenmesine gösterilen tepkinin azaldığı bir yaşam
biçimi mevcuttur. Bunları oluşturan birey değil, toplumun ortak bilincidir.
Dolayısıyla Durkheim, toplumun bireylerden değil, bireyin toplumdan doğduğunu
düşünür. “Bireylik bilinci organik
dayanışma ve işbölümünden önce var olamaz.”[5]
Bu görüş, dinler hakkındaki düşüncelerine de temel oluşturur.
Durkheim’a
göre suçlu, toplum yasalarına uymayı reddeden kişidir. Bu durumda tüm
anarşistler, devrimciler suçludur. Fakat bu düşünce, “Bu durumda yeni
fikirlerin gelişmesi, yani düşünce özgürlüğünün mevcudiyeti imkânsız hale
gelmez mi?” sorusunu doğurur. Durkheim bu suçlu kavramından ceza kuramına
ulaşır. Bu kurama göre ceza verilmesinin amacı, ortak bilinci doyuma ulaştırmak, toplumdaki yaralanmayı onarmaktır.[6]
Durkheim,
organik dayanışmalarda da bir miktar ortak bilinç olduğunu savunur. Eğer bu
ortak bilinç zayıflar, insanların kutsalları tamamen bireyselleşirse toplum
dağılma tehdidi ile karşı karşıya kalır. Toplumsal İşbölümü kitabında Durkheim,
bu sorunun “bireylerin toplulukla
bütünleşmesini destekleyecek profesyonel grupların örgütlenmesi” ile
çözülebileceğini söyler.[7] Aile,
devlet, siyasal grup gibi toplumla bütünleşmeyi sağlayacak gruplardan başka
dinleri de bu anlamda değerlendirir. Fakat din de, diğer gruplar gibi tek
başına bireyin toplumla bütünleşmesini sağlayamaz. Çünkü çağdaş toplumlarda
dinler, eskiden olduğu kadar bireyleri sınırlayamaz, yönlendiremez. Bireyler
artık yaşamlarındaki özgürlüğü arttıracak topluluklara katılmaya meyillidir. Bu
durumda çağdaş insanı bir arada tutabilecek tek yol meslek grupları ya da
“korporasyonlardır”. Bu örgütlenme biçiminde, işçi ile işveren toplumsal
düzenin sıkıntılarına karşı birlikte yer alacaktır.[8]
İntihar
Durkheim’ın,
Toplumsal İşbölümü’nden sonraki ikinci büyük eseri İntihar, 1897’de
yayımlanmıştır. Bu eserde, çağdaş toplumlardaki ortak bilinç eksikliğinin,
bireyselleşmenin intihara olan etkisine değinmiştir. Yaptığı araştırmalara
göre, Almanya’da “Protestanlar
Katoliklerden daha çok intihar ederler, çünkü Katolik dini Protestan dininden
daha üstün bütünleştirme gücüne sahiptir.” Fakat bu kabulü bir yönden
eleştirilmektedir. Eleştirilere göre eğer bu iki dinsel grubun yaşam biçimleri
aynı değilse, aynı zamanlarda yaşasalar bile, dinlerin ortak bilince etkisine
dair kuramı hatalı olacaktır. Herhangi bir farkın bulunmadığı kanıtlanmalıdır. [9]
İntihar’dan
15 yıl sonra yayımlanacak Dinsel Yaşamın İlk Biçimleri isimli eserinde ise “Tanrısıyla buluşan bir inanan, yalnız
inanmayan kişinin bilmediği yeni gerçekleri gören bir insan değildir; o aynı
zamanda daha çok şey yapabilen bir kişidir. O, kendisinde, gerek yaşamın
güçlüklerine katlanmak, gerekse onları yenmek konusunda daha büyük güç olduğunu
hisseder.” demiştir.[10] Böylece,
dindar insanların diğerlerine göre, çağdaş yaşamın getirdiği intihar türünden,
anomi etkisinden korunabileceği sonucuna varılabilir.
Durkheim
ortak bilincin azalmasının doğurduğu kötü sonuçlardan biri olarak kabul edilen
intihar oranının artmasına çözüm olarak toplumsal bütünleşmeyi çoğaltacak örgütlenmeleri
sunmuştur. Meslek grupları teorisi, intihar oranları konusunda da oldukça
önemli bir yere sahiptir.[11]
Kısacası
Durkheim, toplumsal koşulları, intihar oranının artışındaki temel sebep olarak
görür ve psikolojik sorunları fazla göz ardı etmesi sebebiyle
eleştirilmektedir.[12]
Totemizm Üzerine
Durkheim’ın
Sur le Totémisme (Totemizm Üzerine) isimli makalesi 1900’de yayımlandı.
1890larda gerçekleşen Dreyfus Olayı ile birlikte, dinlerin insan ahlakı
üzerindeki -ayrımcılığa kadar giden- etkilerine daha çok ilgi duymaya başladı.
Çünkü bu olay, laiklik yanlısı sosyoloğu oldukça derinden sarsmıştı.[13]
Dinsel Yaşamın İlk Biçimleri
57
yaşında, 1912 yılında, Les Formes Elémentaries de la Vie Religieuse (Dinsel
Yaşamın İlk Biçimleri) isimli kitabı yayımlandı. Ertesi yıl, Fransız Felsefe
Derneği’ne, din sorunu ve insan doğası hakkındaki Les Problème Religieux et la
Dualité de la Nature Humaine başlıklı bildiriyi sundu. [14]
Eserin
Yapısal Özellikleri
Aron’a
göre Durkheim’ın üçüncü büyük kitabı olan Dinsel Yaşamın İlk Biçimleri,
kitaplarının içinde “kuşkusuz en
önemlisi, en derini, en orijinali ve yazarın düşüncesinin en açık biçimde
belirdiği kitaptır”.[15]
Eser,
üç kitaptan oluşur. Araştırmanın konusu ve din sosyolojisi ile bilgi kuramı
arasındaki ilişki hakkındaki görüşlerini belirttikten sonra birinci kitaba,
yani hazırlık sorularına geçer. İlk kitapta dinin, ilksel dinin ve kutsalın
tanımlarına uzunca yer vermiştir. Konuya girmeden önce tüm tanım problemlerini,
yanlış anlaşılma ihtimallerini çözmek istemiştir. İkinci kitapta ise ilk
dinleri ayrıntılandırmış, bu inançların kökenlerine inmiş, ruh, peri ve tanrı
kavramlarını incelemiştir. Son kitapta ise dinsel törenlerin olumlu ve olumsuz
etkilerini incelemiş ve çalışmasını sonuca bağlamıştır.[16]
Yazarın
tüm kavram açıklama çabasına rağmen, kavramların Türkçe’ye çevrilmesinde bir karmaşa
olduğu tarafımızca gözlemlenmiştir. Cem Yayınevi’nin yayımladığı ve bizim
burada temel aldığımız kitap, “Dinsel
Yaşamın İlk Biçimleri”[17]
olarak çevrilmiş ve kitabın içinde özellikle fazlaca değinilen ilk dinler
“yalınkat dinler” olarak adlandırılmıştır. Ataç Yayınevi, aynı kitabı “Dini Hayatın İlkel Biçimleri”[18]
olarak çevirmiştir. Vadi Yayınları’nın Din
Sosyolojisi[19]
isimli derleme kitabında ise adı geçen eserin sadece giriş bölümüne yer
verilmiş ve söz konusu dinlerden yine “ilkel
dinler” olarak bahsedilmiştir.
Bu
kavramsal farklılıklara dikkatimizi çeken ise İştar Gözaydın olmuştur.
Gözaydın, kitabın orijinal isminde yer alan Fransızca élémentaire sözcüğünün İngilizce’ye elementary olarak çevrildiğini söyler. Bununsa Türkçe’ye ilkel olarak geçirildiğini belirterek,
durumu şöyle eleştirir:
“Fransızca
ve İngilizce primitive kelimesinin karşılığı olan ilkel kelimesi yerine,
özellikle eserin içeriğinde yer alan tartışma göz önünde bulundurulduğunda,
bizce ilksel kelimesinin kullanılması çok daha doğru olacaktır. Çünkü Durkheim,
dini neden –o zamanki adlandırmayla- ilkel toplulukları ele alarak incelediğini
açıklarken, bu toplulukların dinsel hayatın ilksel, yani başlangıçtaki daha
basit biçimlerini yaşadıkları önermesinden hareket eder. (…) eserin girişinde,
bir dinsel sistemi ilkel olarak adlandırabilmenin koşullarını ortaya koyarken,
ilkel ifadesini kullanmak konusundaki tereddüdünü ortaya koymakla birlikte
henüz bu ifadenin yerini alabilecek daha iyi bir ifadenin var olmadığını
belirtir.”
Gözaydın,
bu ayrıma dikkat çektikten sonra, kitabın ismini makalesinde “Dinsel Hayat” olarak anacağını dipnotta
belirtmiştir.[20]
Bizse
hangi kavramın bizi daha doğru bir değerlendirmeye götüreceğini bilebilmek için
daha ayrıntılı bir çalışma yapmak gerektiğini düşünmekteyiz. Bu nedenle, bu
çalışma boyunca, incelediğimiz ana kitabın, (Cem Yayınevi’nden Dinsel Yaşamın
İlk Biçimleri’nin) çevirisine sadık kalacağız.
Eserin
İçeriği
Durkheim,
bu eserinde, toplumsal bir olgunun ilk biçimlerini inceleyerek söz konusu
olgunun özünün kavranabileceği varsayımından yola çıkar ve en ilksel dinlerin
incelenmesinden genel bir din kuramı oluşturur. Kendi ifadesiyle “Bu çalışmada bugün bilinen en ilkel ve en
basit dini incelemek, çözümlemek ve açıklamasını yapmak” düşüncesindedir.[21]
İlkel
Dinler, Dini Anlamaya Yardımcı Olur mu?
En
ilkel olarak kabul edilebilecek dinin, temel iki özelliğe sahip olması
gerektiğini düşünür: Birincisi, o dine mensup toplumun “basitlikte diğerlerinin
en aşağısında” olması gerekir. İkinci şart ise, dinin hiçbir öğesi kendinden
önce var olan bir dinden etkilenmiş olmamalıdır.[22]
Bu
en ilkel dini analiz ederken, asıl amaç, günümüz insanını anlamaktır. Elbette
Durkheim, bu aşamada gelebilecek itirazların, günümüz insanını anlamak için
tarihin başlangıcına giderek şimdiki zamandan uzaklaşılmak isteğinin garip
karşılanacağının, farkındadır. Örneğin “Avustralya
kabilelerinin o kaba ibadetlerinin, Hıristiyanlığı anlamak için bize yardım
edebileceklerini kabul etmek” yoluyla din olgusunu küçümseyen, din düşmanı
bir araştırmacı olarak anlaşılma ihtimalinin çok uzak olmadığının biliyordur.[23] Bu
ihtimale karşılık, böyle bir amacının olmadığını ve bir bilim insanına bu
amacın zaten yakışmayacağını ve bunun sebeplerini uzun uzun anlatır.
Durkheim,
tersine o kaba dini ritüellerin, hurafelerin bile insani ihtiyaçları ve
toplumsal yaşamın bazı evrelerini açıkladığını, bu nedenlerle araştırılmaları
gerektiğini belirtir. O’na göre “esas
itibariyle yanlış olan hiçbir din yoktur”, olsa olsa farklı özelliklere
sahip olabilirler, fakat hepsinin ortak özelliği “insani varoluşun belirli koşullarına karşılık gelmektir”.[24] Durkheim,
ilkel bir toplumda tüm bireylerin aynı dine inanıp, bu dinin tüm özelliklerini
benimsediğini, mezhep, ibadet şekli gibi önemli ayrıntıların bireyden bireye
değişmediğini, bu nedenle ilkel toplumların daha basit olduğunu ve fakat
gelişmiş dinlerin kökenini oluşturması sebebiyle bugüne ışık tutabileceğini
düşünür.
Dini
Anlamak İnsanı Anlamayı Sağlar mı?
O’na
göre tek bir dini bütünüyle anlamak nasıl önemliyse, dinin genel itibariyle ne
olduğunu bilmek çok daha önemlidir. Çünkü, din insanla ilgilidir. Tüm dinlere
yukarıdan bakan çalışmalar daha önce de olmuştur ki bu kişiler genellikle
filozofturlar. Fakat onlar “din hakkında
kendi kendilerine yaptıkları fikri çözümlemelerle yetinirler, ancak zihinsel
çözümlemelerinin sonuçlarını, kendi ideallerini en güzel bir şekilde
gerçekleştirecek dinlerden alınmış örneklerle açıklarlar”. Oysaki bu, dini
anlama amacından çok uzaklara yönelmiş bir yöntemdir.[25]
Durkheim,
bu eserinden anlaşıldığına göre, tüm dinlere eşit mesafede yaklaşmıştır.
Hepsine saygı göstermiş ve toplumu anlamak için bir araç olarak görmüştür.
Çalışmalarında kendi dini görüşlerini ve inançlarını herhangi bir şekilde
yansıtmamış veya en azından yansıtılmaması gerektiğini dürüstçe belirtmiştir.
Sosyolojik çalışmalarda tam anlamıyla objektif olmanın zorluğu ve gerçekten
mümkün olup olmadığı tartışılır. Bunu da göz önünde bulundurursak, Durkheim’ın
bu çabası, din sosyolojisiyle ilgilenen tüm insanlar için örnek alınmalıdır.
Ünlü
sosyolog, çalışmasında köken sözcüğünün ne anlam ifade ettiğinin yanlış anlaşılmaması
için özel çaba sarf etmiştir. Bu sözcükle “mutlak
bir başlangıç değil, bugün bilinen veya ötesine gidemediğimiz en basit sosyal
durumu” kastetmekte ve “dinin var olmaya
başlamış olduğunu söyleyebileceğimiz bir an yoktur” diye belirtmektedir.[26]
Durkheim,
kitabın sonuç kısmında çalışmanın “Her
çağda, bütün inananlar için ortaklaşa olan bu duygu, yalnızca yanlış bir kanı
olamaz” kabulünden yola çıkarak, din konusunu araştırmaya değer olduğuna
karar vermiştir.[27]
“(…)
büyük toplumsal kurumların hemen tümü dinden doğmuşlardır. Ama ortak yaşamın
başlıca biçimlerinin, başlangıçta dinsel yaşamın değişik biçimlerinden ibaret
olması için, dinsel yaşamın tümüyle toplu yaşamın en yüksek biçimi, küçülmüş,
özetlenmiş bir anlatımı olması gerekir. Toplumdaki her önemli şeyi dinin
doğurmuş olması, toplum düşüncesinin dinin ruhunu oluşturmasından dolayıdır.”[28]
Din
ile Toplum Arasında Nasıl Bir Bağ Vardır?
Dinsel
yaşamın temelini toplumun oluşturduğunu iddia eden Durkheim, toplumun
kötülüklerle, adaletsizliklerle dolu olması gerçeğine dayanarak tanrıların bu
kadar aşağılık bir varlıktan, toplumdan yetki almış olamayacağını savunanların
olacağını kabul eder. Bu kişilere şöyle cevap verir: “adalet ve doğrunun egemen bulunduğu, kötülüğün bütün biçimleriyle
sökülüp atılmış olduğu, yetkin bir toplum (…) bir ham düştür; insanlar
düşkünlüklerini avutmak için kendilerini, gerçekte hiç yaşamadıkları bu
düşlerde aldatmışlardır. (…) Oysa bu eğilimlerin kökleri bizdedir; bizim
varlığımızın ta derinlerinden çıkarlar…”[29]
Durkheim adeta insanlığa idealist ütopyalara kafa yormak yerine kendisiyle,
yani toplumla barışık olmasını öğütler.
O’na
göre dinler, toplumu yansıtmak zorundadır. Bu nedenle, tüm dinlerde hırsızlık, aldatmacılık, ahlak düşkünlüğü,
savaş, hastalık ve ölüm tanrıları olmuş, şeytanlara, perilere yer
verilmiştir. Hayatta olduğu gibi dinde de iyiler ve kötüler vardır.
“Orada
her şey bulunur; çoğunlukla iyinin kötüye, yaşamın ölüme, aydınlık güçlerinin
karanlık güçlerine üstün geldiğinin görülmesi de, gerçek yaşamda durumun başka
türlü olmamasından dolayıdır. Çünkü eğer bu karşıt güçler arasındaki ilişki
tersine olsaydı, yaşam olanaksız olurdu; oysa gerçekte yaşam sürüyor ve hatta
gelişme eğiliminde bulunuyor.”[30]
Durkheim’ın din konusundaki görüşlerinin biraz
dışına çıkarak söylemek gerekirse, hayat hakkındaki bu sürekli iyilerin
kazandığına dair yorumu fazla iyimser görünmektedir.
“Ülküsel
bir dünya düşünmek ve onu gerçek dünyaya eklemek yetisine sahip tek varlık
insandır. Peki, insana bu ilginç ayrıcalık nerden gelmektedir?” sorusuna
yanıt arar. Bunun için kutsal kavramıyla ülkü kavramının benzerliğinden
bahseder. O’na göre, ortak yaşam belli bir yoğunluk ölçüsüne vardığında dinsel
duygunun ve coşkunun uyanmasına yol açar. Birey, kendini tanıyamayacak ölçüde coşkulanır ve anlam verebilmek için
çevresindeki nesnelere yüce anlamlar, kutsal değerler, olağanüstü güçler
yükler. Toplum ülkü yaratarak kendini yaratır. Kısacası ülkü, birlikte olma
duygusunun coşkusuyla, toplumun kendisi hakkındaki düşüncesinden oluşur. Ülküsüz
bir toplum olamaz.[31]
“İsa’nın
yaşamının başlıca günlerini kutlayan Hıristiyanların ya da Mısır’dan
çıkışlarını, Dekalog’ların ilanını kutlayan Yahudilerin toplantısı ile yeni bir
temel ahlaki ya da yasal düzenin kuruluşunu ya da ulusal yaşamın kimi büyük
olaylarını anmak için bir araya gelen yurttaşların toplantısı arasında temel
bir fark var mıdır?”[32]
Bu
sözlerle ulusal ülküler ve dinsel ülküler arasındaki benzerliğe oldukça bir
örnek vermiştir.
Bilim ve Din Aynı Kulvarda mıdır?
Bilimsel
düşünüş ile dinsel düşünüş aynı amaca, doğa, insan ve toplumu açıklamaya hizmet
eder. Bilim, bir gerçeklik olan dini reddetmez. Bu konuyu şu şekilde açıklar: “Bilim gerçek bir varlığı nasıl yok
sayabilir? Ayrıca bir eylem, insanları yaşatmanın bir aracı olarak dinin yerini
bilim tutamaz; çünkü bilim, yaşamı açıklasa da onu yaratmaz; inancı da
açıklamaya çalışabilir; ama bunu yapması bile inancın varlığını gerektirir.” Durkheim,
dinin insanı ve doğayı tanımak görevini elinde tutmasına karşıdır. Bu, bilimin
işidir. Bu nedenle, “dinin kendisi
bilimin bir konusudur; bilim için yasa koyma yeteneğinden çok uzaktır.”[33]
Ancak bilimsel düşünme, gittikçe
daha yetkinleşmesinin de etkisiyle, dinsel düşünmenin önüne geçmektedir ve daha
da geçmesi kaçınılmazdır. Din, şu anda geçmişteki halinden farklıdır, gelecekte
de bugünden farklı olacaktır. Dinde asla kaybolmayacak olan öğeler, tapınma ve
inançtır.[34]
Ancak insanların inanma sebepleri değişmektedir.
“Hıristiyanlığın
efendilerden kölelerine iyi davranmalarını istemek üzere dayandığı ilkeler,
bizi artık coşturamaz; öte yandan yine örneğin Hıristiyanlığın insanların
eşitliği ve kardeşliği konusundaki düşüncesi de, bize bugün haksızlık ve
eşitsizliklere çok geniş yer bırakmış görünüyor. Düşkünlere karşı öğütlediği
acıma duygusu bize çok yüzeysel görünüyor; biz onun yerine daha etkili bir
tutum istiyoruz…”[35]
Durkheim, bireysel dinlerin de
varlığına değinir. “Bir de çağımızda, her
bireyin yalnız iç dünyasında ve kendi öznelliği içinde özgürce kuracağı bir
dine olan özlemler var.”[36]
Ancak gelecekte böyle bir din anlayışının hâkim olamayacağını düşünür. Çünkü
inanç demek coşku demektir ve inanç
sahibi insan bu inancı yayma konusunda bastırılamaz
bir gereksinim hisseder.[37]
Dinin Geleceği
“Kısacası eski tanrılar
yaşlanıyor ya da ölüyorlar; başkaları ise doğmuş değiller. (…) Hiçbir kutsal
kitap yoktur ki sonsuza değin yaşayabilsin…” diyerek var
olan dinlerin geçerliliklerinin zamanla azalacağına dair görüşünü özetler. Yeni
bir din oluşturmanınsa yine toplumların işi olduğunu söyler. Auguste Comte’un
da, İnsanlık Dini’nde tarihsel anıları canlandırma çabasının yapay (toplumun
doğurmadığı) bir örgütlenme olması sebebiyle başarısız olduğunu savunur. Durkheim’a göre din, ölmüş bir geçmişten değil, yaşamın kendisinden çıkar.[38]
Bilim ve dinin günlük hayatta insan
yaşamına etkisini güzel bir kıyaslamayla şöyle açıklar Durkheim: “Bilim parça parçadır, tam değildir; ancak
yavaş yavaş ilerleyebilir ve hiçbir zaman tamam olamaz; yaşam ise bekleyemez.
Yaşatmaya, hareket ettirmeye hizmet eden kuramlar, bu nedenle bilimden önce
gitmek ve onu vakitsiz biçimde tamamlamak zorundadırlar.” Din, bilimin
sözünün geçerli olmadığı zamanlarda tek gerçek kaynaktı fakat artık bilimin
sözünü dinlemek zorundadır. “Onun
karşısına, kendisinde doğan ve artık onu eleştirip denetleyen bir rakip güç
çıkıyor.” Yeni din anlayışı, insanların dinden beklentisi, dinin bilimi
destekler olması ve ona emretmemesidir.[39]
Durkheim eserinin sonunda,
toplumbilimin insan bilimi açısından yeni bir yol açtığını savunur. Daha önce
büyük soruları yanıtlamak için bireyin
yüceliğinden, doğanın amacı olarak görülmesinden, daha üstün bir varlığın
olmayışından yola çıkılarak sadece iki tartışma konusu üretilmişti: Birincisi,
insanın özelliklerinin tamamen bilimsel ve mantıksal yollarla incelenmesine
dayanıyordu. İkincisi ise, sorgulamaya, araştırmaya imkân vermiyor, deneyüstü gerçeklere bağlanıveriyordu.[40]
Durkheim
ise şöyle bir çıkış yolu sunmaktadır: “…bireyin
ötesinde toplumun bulunduğu ve toplumun da yalnızca akılla yaratılan ve sözle
anlatılan bir varlık olmayıp, bir etkin güçler dizgesi olduğu kavrandığı anda,
insanı açıklamanın yeni bir yolu olanaklı olur.” Elbette toplumsal
incelemeyi dikkate almanın tüm sorulara yanıt vereceğini iddia etmemekte ve
çabasını şu şekilde özetlemektedir: “Gerekli
olan şey, bu varsayımı denemek onu elden geldiğince yöntemine uygun biçimde
olguların denetimi altına almaktır. Biz de burada bunu yapmaya çalıştık.”[41]
Sonuç
Durkheim,
Dreyfus Olayı’nın ve haham ailesinde büyümenin verdiği farklı bir bilinçle,
toplumu anlamak için dinin önemli olduğunu düşünmüştür. Toplumu anlama
çabasında olan bilim insanının yapması gerektiği gibi, dinlerin gerçek olup
olmadığını sorgulamak yerine, insanın dinle olan ilişkisine odaklanmıştır.
Dinin gerçekliğinin araştırılması da elbette bilimin konusu olabilir ancak bu
konu insanı anlamaya yardımcı olmaz. İnsan var olduğu şekilde incelenmeli,
neden böyle olduğuna dair sorular sorulmalıdır. Bu nedenle Durkheim, din ve
insan ilişkisi hakkında faydalı sorular sormuştur.
Dinin toplumdaki kenetlenmeyi
arttırması, dinsiz bir toplumun var olamayacağı ve bireysel dinler hakkındaki
görüşleri oldukça gerçekçi ve akılcı kanıtlara dayanır. İnsanların daha iyi bir
dünya yaratma ütopyalarını adeta küçümser. Dinler işte bu ütopyaları canlı
tutmak için vardır ama öyle bir dünya asla gerçek olmayacaktır. Çünkü insan aynı
zamanda hem iyi, hem kötüdür.
O’na göre dinleri toplumlar
doğurmuştur. Bu nedenle dinsiz bir toplum olamaz, çünkü toplum olmanın gereği
bir şeye olan inancını yaymaya çalışmaktır. Hiçbir din sonsuza kadar süremez
ama insanlık asla dinsiz de kalmayacaktır, biri bitince yenisi başlayacaktır.
Fakat, dinler zamanın ihtiyaçlarına göre şekil değiştirecektir. Örneğin, artık
bilime saygı duymayan din yok olacaktır. Bu görüş, modern insanın özgür
düşünceye olan aşkını göz önünde bulundurursak, oldukça haklıdır. Çünkü
günümüzde bilime saygı duymayan din, olsa olsa korkudan besleniyordur. Günümüz
insanı korkunun hayatını yönetmesinden hoşlanmaz ve inancını kuvvetli tutamaz.
İnancın eksikliği ise dini değişmeye ya da yok olmaya zorlar.
Modern insanın dinle olan ilişkisi
üzerine daha fazla çalışma yapılmalıdır. Durkheim’ın da söylediği gibi, bu konu
oldukça karmaşık olacaktır. Çünkü inanılan dinler, doğdukları hallerine kıyasla
oldukça farklı yapılara bürünmüşlerdir. İnsanların inanma sebepleri bireyden
bireye değişebilmektedir. Yine de bu farklılığı anlamak, din tarihine
baktığımızda geçmişle günümüz arasında anlamlı bir kıyaslama yapabilmek için
günümüzün din konusundaki fikrini bilmemiz gerekir.
KAYNAKÇA
Aron,
Raymond: 1994 Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, çev.
Korkmaz Alemdar, 3. bs., Ankara, Bilgi Yayınevi.
Durkheim, Emile: 2005 Dini
Hayatın İlkel Biçimleri, çev. Fuat Aydın, İstanbul, Ataç Yayınları.
Durkheim,
Emile: 2010 Dinsel Yaşamın İlk Biçimleri, çev.
Prof. Dr. Özer Ozankaya, İstanbul, Cem Yayınevi.
1998 Din
Sosyolojisi, derleyen: Yasin Aktay & M. Emin Köktaş, 2. bs. Ankara,
Vadi Yayınları.
Gözaydın,
İştar: 2010 “Durkheim
Sosyolojisinde Dinin Tarihsel ve Güncel Olanakları”, Sosyoloji Dergisi, C:III, No:21, s. 1-15.
[1] (Raymond
Aron, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri,
çev. Korkmaz Alemdar, 3. bs., Ankara, Bilgi Yayınevi, 1994, s.225)
[2] (Aron, a.g.e., s.226)
[3] (Aron, a.g.e., s.227)
[4] (Aron, a.g.e., s.228)
[5] (Aron, a.g.e., s.229)
[6] (Aron, a.g.e., s.230)
[7] (Aron, a.g.e., s.233)
[8] (Aron, a.g.e., s.241)
[9] (Aron, a.g.e., s.242)
[10] (Emile Durkheim,
Dinsel Yaşamın İlk Biçimleri, çev.
Prof. Dr. Özer Ozankaya, İstanbul, Cem Yayınevi, 2010, s.569)
[11] (Raymond
Aron, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri,
çev. Korkmaz Alemdar, 3. bs., Ankara, Bilgi Yayınevi, 1994, s.241)
[12] (Aron, a.g.e., s. 243)
[13] (Aron, a.g.e., s.280)
[14] (Aron, a.g.e., s.280)
[15] (Aron, a.g.e., s.243)
[16] (Emile Durkheim,
Dinsel Yaşamın İlk Biçimleri, çev.
Prof. Dr. Özer Ozankaya, İstanbul, Cem Yayınevi, 2010)
[17]
(Durkheim, a.g.e.)
[18] (Emile
Durkheim, Dini Hayatın İlkel Biçimleri,
çev. Fuat Aydın, İstanbul, Ataç Yayınları, 2005)
[19] (Din Sosyolojisi, derleyen: Yasin Aktay
& M. Emin Köktaş, 2. bs. Ankara, Vadi Yayınları, 1998)
[20] (İştar Gözaydın,
“Durkheim Sosyolojisinde Dinin Tarihsel ve Güncel Olanakları”, Sosyoloji Dergisi, C:III, No:21, 2010, sf.2-3)
[21] (Din Sosyolojisi, derleyen: Yasin Aktay
& M. Emin Köktaş, 2. bs. Ankara, Vadi Yayınları, 1998, s.130)
[22] (Derleyen:
Yasin Aktay & M. Emin Köktaş, a.g.e.,
s.130)
[23] (Derleyen:
Yasin Aktay & M. Emin Köktaş, a.g.e.,
s.131)
[24] (Derleyen:
Yasin Aktay & M. Emin Köktaş, a.g.e.,
s.132)
[25] (Derleyen:
Yasin Aktay & M. Emin Köktaş, a.g.e.,
s.134)
[26] (Derleyen:
Yasin Aktay & M. Emin Köktaş, a.g.e.,
s.138)
[27] (Emile Durkheim,
Dinsel Yaşamın İlk Biçimleri, çev.
Prof. Dr. Özer Ozankaya, İstanbul, Cem Yayınevi, 2010, s.570)
[28] (Durkheim,
a.g.e., s.571-572)
[29] (Durkheim,
a.g.e., s.573)
[30] (Durkheim,
a.g.e., s.574)
[31] (Durkheim,
a.g.e., s.575)
[32] (Durkheim,
a.g.e., s.582)
[33] (Durkheim,
a.g.e., s.585-586)
[34] (Durkheim,
a.g.e., s.586)
[35] (Durkheim,
a.g.e., s.582)
[36] (Durkheim,
a.g.e., s.76)
[37] (Durkheim,
a.g.e., s.579-580)
[38] (Durkheim,
a.g.e., s.583)
[39] (Durkheim, a.g.e., s.588)
[40] (Durkheim,
a.g.e., s.606)
[41] (Durkheim,
a.g.e., s.607)