Kendimi örgüye verdim bu sıralar. Blog takip ediyorum bikaç tane. İşe yarar şeyler anlatan blogların ayrı bi tatlılığı oluyor. Dünya dursa umrunda değil, kendine bi dünya yaratmış yazar, belli aralıklarla bi şeyler üretip yazmaya çalışıyor. Üşenmeden anlatıyor bi de, başkaları da yapabilsin diye. Düzenli olarak bir şeyler yapabilen insanlara saygı duyuyorum ne iş yaparlarsa yapsınlar. Sanki ayrı bi türmüşler gibi geliyor.
Benim alışkanlıklarım anca takıntıya dönüşürse devamlılığı oluyor, bi süre için. Misal bu sıralarki takıntım örgü. Kafamı hiç kullanmadan ama düşünceden düşünceye zıplaya zıplaya bi şeyler üretmek... Ne kadar güzel. Dönsün dünya, geçsin zaman, önemli değil. Ben elimdeki yeleği bitireyim, sonra yenisine başlayayım yeter. Tek derdim, acaba bu zevksiz gözler, birbirine uyan renkler seçmeyi becerebilecek mi? Bittiğinde giymek isteyecek miyim? Yoksa eskileri gibi çekmece köşelerinde sürünecekler mi? Ne güzel dünya, ne rahat, ne dertsiz...
Bi de dikiş makinesi meselesi var. Perde aldık ikea'dan, 3 metre boyunda. Standart, başka bi boyut seçeneği yok yani. Kesmiyorlar da, her şey duityorself usulü. Perde kumaşı dandirik, elde dikilebilir. Ama çok fazla dikilecek yer var ve elde dikmekten nefret ediyoruz. O sırada bi dikiş makinesi kampanyasına rastlamayalım mı? Yaşasın serbest piyasa ve onun küçük sürprizleri! Hemen alıyoruz. Paça kıvırmanın sekiz eurodan başladığı Hollanda terzilerine mahkum olmaktan kurtulmak için iyi bi çözüm.
Hayal kurasım geliyor, beğenmediğim kıyafetlerimi elden geçirip güzelleştirebilirim artık, kumaş alıp kendim dikerim vs... Tutuyorum kendimi. Sakin ol, sen şu perdeyi dik, gerektiğinde paçaları kıvır, yeter, coşma hemen, diye. Çünkü biliyorum ki öyle kolay bi iş değil olmayan şeyleri tasarlamak ve biliyorum ki bi iki sefer deneyip beğenmediğim zaman sıkılıp bırakacağım.
Şimdi elimde bi sürü imkan var yaratıcılığımı kullanmak için. Ama elimin altında kalem-kağıt olmasına ve içimden gelmesine rağmen yazamayışım gibi, makineyi de kullanamıyorum. Yaratmak içimden gelmiyor. Yani yaratmak istiyorum ama içimden gelmiyor. Kendime yaratıcılık denen özelliği yakıştırıyorum ama içimde öyle bi ışık, öyle bi yetenek yok... Kabul etmesi ne kadar zor... Kendime bu tür görevleri yüklemesem daha mutlu olacaktım halbuki. Başkalarının yarattıklarını takdir etmesini bilmek de güzel.
İnsan niye kendini beğenmez? Ne zaman kendini olduğu gibi kabul eder? Kaç yaşına gelmek lazım bunun için? Çünkü hep kendimi olduğum gibi kabul edebilsem daha derin yaşayabileceğimi düşünürüm. Bi an önce başarsam bunu da, kalan ömrüm tam istediğim gibi geçse... İdeal şartlar bunu gerektirir. 60 yaşımda başarsam ona da razıyım gerçi. Başaramadan ölmek gözümü korkutuyor nedense... Bu dünyadan hiçbi şey anlayamadan gidecekmişim gibi geliyor. Bak, bu sefer de dünyayı anlama görevini yüklemişim sırtıma. Ne gerek varsa? Kim anlamış ki? Sen kimsin? Aslan burcu göt kalkıklığından oluyor bunlar hep.
Amaan öyle işte. Yunan güzelliklerinden bi parça gelsin, ben de gideyim.