İstanbul'da Reşitpaşa'da bi gecekonduda yaşadım bi dönem. Zemin ahşap üstü halıfleks olunca, bi de bina gecekondu olunca ortalık hamamböceği doluydu. Bonus olarak bi de akrep vardı. Yazın gelmesini sırf bu yüzden istemezdim, kışın bi şekilde yok oluyorlardı zira. Böcekten korkardım önceden de, yani eline alıp inceleyen bi çocuk olmadım hiçbi zaman ama gece yüzümde hamam böceğinin ayaklarını hissedip dehşetle uyanıp, kaçmaya çalışan hayvanı çatır çutur sesler eşliğinde ezip tekrar uykuya dalmaya çalışmak sıradan bi böcek korkusundan öte bi şeydi. Zorunlu korku, nefret, paranoya, psikopatlık, ne ararsan vardı içinde. Dünyanın bütün hamamböceklerine savaş açmıştım ama işe yaramıyordu. Sık sık sprey ilaçlardan alıp ilaçladım evi, köşelere onlara çekici gelen yemlerden koydum, işe yaramadı. Evin her tarafında delik vardı, yuvalarını yok etmeyince anca üç beş tanesi, hadi olsa olsa onlarcası telef oluyordu. Yuvalarını yok etmek içinse sanırım tek çözüm evi yıkmak olabilirdi. Üst katımızda ev sahibinin oğlu yaşıyordu. Ben dehşet içinde "evde hamamböceği var, hatta akrep var, ilaçlatmamız lazım!" dediğimde gülüp, "he bizde de var, her gün öldürüyoz üç beş tane" demişti.
O zamandan beri pürüzsüz olmayan yüzeylerde huzur bulamıyorum. Evlerin kıyısında köşesinde delik olması, zeminin altında ne olduğunun belli olmaması beni gerim gerim geriyor.
Hollanda'ya ilk geldiğimizde, şansıma, çok iyi bi evsahibine denk geldik. Evi yenilemişti (her yer pürüzsüzdü). Sonra burdaki kira sisteminin absürtlüğüne dayanamayıp, Hollanda'da düzenli geliri olan her orta sınıf mensubu gibi, ev almaya karar verdik. Zira kiralar o kadar yüksek ki, krediyle ev satın aldığında aylık ödemen yarıya bile inebiliyor. Evin konumuna, büyüklüğüne yeniliğine filan da bağlı tabi bu. 30 yıllık kredi veriyorlar, ilk 20 yıl sabit faizle. Faiz oranı Türkiye'dekine göre de çok düşükmüş falan filan. Hiç bilmezdim böyle şeyleri, yaş otuza yaklaşınca öğrenmeye başladım. Acı gerçekler! Kiralar yüksek diye ömürlük borca girsen mi sistemin daha çok kölesi olursun, yoksa her ay iki katı para ödeyince mi? Seçim senin o narin orta sınıf konforuna kalmış.
Epey bi ev aradık. Amsterdam'a bisikletle gidilebilecek bi ev olsun istedik. Nostalji hastalığımdan ötürü, Amsterdam'daki tarihi, geleneksel evlere kaydı önce gözüm. Daracık, dik merdivenli, küçük balkonlu ama çok pahalı olduklarını gördükçe vazgeçtik. Evin mesaisizi olarak ev bakma işini üstlendim. Günde beş ev gezdiğim oldu. Yine bi apartman dairesinde olsun, balkonu olsun, 2+1 olsun, Amsterdam merkeze bisikletle rahat gidilebilsin gibi temel standartlar belirledik. Bi de giriş katı olmasın, dedik, niye? Çünkü Amsterdam'ın faresi meşhur, baş edemeyiz...
Sen misin fareden kaçan?
Bi ev bulduk, havadar, balkonu hayalimizdekinden de geniş. Masa atılır, yazın sıcak olan toplam 10 günde rakı sofrası kurulur, o derece. Bi tek mutfağı dökülüyor, yeniletilir, krediye dahil edilir. Nasıl olsa yıllarca ödemeyi göze almışız, onu da öderiz. Bi de kiracı var içinde, belli ki epey pisler, ev leş gibi kokuyo, ortalıkta hiçbi şeye dokunası gelmiyo insanın falan... Olsun, nolcak ki, temizlenir. Fiyatı da düşük, Amsterdam'a yakın ama epey düşük. Bi kıllandık ama bu civarda her yerde böyle olduğunu görünce rahatladık. Tamam lan dedik, ev sahibine teklif yaptık. Burda her ev için bi asking price belirliyor ev sahibi, alıcı adayları teklif yapıyor, arasından seçip beğenip satıyor. Belki Felemenkçe'de de "bi kızı bin kişi ister bi kişi alır"ın ev versiyonlu bi atasözü vardır. Bana kalırsa çok saçma bi sistem. Ev fiyatlarını gereksiz yükseltiyor. Asking price'ın 20bin üstüne satılabiliyor mesela ev. Veren verene. Ne teklifler verdik de reddedildik.
Gelelim bu rakılı balkonlu eve. Hemen kabul edildik. Şaşırdık, sevindik. Aylarca kiracının sözleşmesinin bitmesini bekledik. Notere gittik, ev sahibiyle karşılıklı imzaları attık, anahtarı aldık. Ertesi gün evi temizlemeye geldik. Hamamböcekleriyle karşılaştık.
Önce emin olamadım. Reşitpaşa'dan tanıdıklarım siyah ve büyüktü. Bunlar kahverengi ve daha küçüktü. Ama aynı çeviklik, ezince aynı çatırtı... Dökülüyo dediğimiz mutfağın etrafında, banyo küvetinin etrafında, odalarda.. Kiracıların eşyalarının altında gizleniyorlarmış meğer. Ortalığa kimyasal kokusu yayıldıkça "ya noluyo yaaa" der gibi gözümüzün önünde gezinmeye başladılar. İmza atıldı, geri dönüş yok artık. Belki adamı dava edebiliriz, biz evi almaya karar verdiğimizde burda bi böcek sürüsü olduğundan haberimiz yoktu, diye ama o sırada nerde kalıcaz? Yeni ev mi arıycaz, bununla uğraşacak enerjimiz var mı, vs...
Sonuç olarak, ertesi gün bi ilaçlaça şirketi bulduk, ilaçlattık. Sonra belediyenin yönlendirdiği bi başka şirkete daha ilaçlattık. O sırada arkadaşlarımızda kaldık. Neyse bu tarihlere bi tatil ayarlamıştık, gittik geldik, taşındık.
Şimdi salonun ortasında bi sandalyeye tünemiş bi şekilde bu yazıyı yazıyorum. Evde yemek kırıntısı bırakmıyoruz. Zira bu hayvanlar yiyeceği geçtim, sabun kalıntısıyla bile beslenebiliyormuş. Ortalık yine delik dolu (Reşitpaşa'dakine kıyasla hiçbi şey tabi bu) ama mutfak taaaa Temmuz'da yenileneceği için asıl yuvaları olan mutfağa şimdilik dokunamıyoruz. Temizledik ama kullanmıyoruz çünkü her gün en 2-3 tanesiyle karşılaşıyoruz o civarda. Neyse ki ilacın etkisiyle çok az kaldılar, kalanlar da o hızda yürümüyor, felç oluyorlarmış çünkü. Gözümüz sürekli orda burda, hareketli bi nokta görelim de gidip müdahale edelim diye, psikopat olduk. Neyse ki zemin beyaz, 5-6 metre ötesi net bi şekilde görünüyor. Yatakta yüzümde gezinme ihtimalini yok etmek için tüm gün pencereyi açık bırakıyorum, aman oda ılımasın da çekici gelmesin beyfendilere diye.Psikopat olduk kısacası.
Hollanda'da yediğim en büyük kazık bu sanırım şimdiye kadar. Ev sahibi tam bir pislik çıktı Rıza Baba. Sadece böcek meselesinde değil, adam her konuda tecahül-i arif ustası. Eski patronlarımdan sonra hayatta en çok beddua ettiğim insan oldu, tebrikler.
Demem o ki, bi evde böcek var mı yok mu bi şekilde öğrenmeden imza atmayın. Birine güvenmediyseniz işe girmeyin. Mümkünse ikinci el mobilyadan uzak durun. (Hamamböceklerinin en iyi taşınma yöntemi. Bu evin sahibi böcekli olduğunu bildiğim bikaç masayı götürüp ikinci elciye sattı. Dükkan sahibini uyarmıştım ama aldı. Şimdi bu güzellikler o dükkana yayılmasın da napsın?) Kalitesiz olsun, yeni olsun. İnsan böyle böyle tüketim meraklısı oluyor işte. Aylık ödememiz ucuza gelecek derken, ilaçlamaya, dışarda yemeye, evde kamp hayatı sürmeye para yediriyoruz. Üstelik kendimiz yavaş yavaş boyarız diyorduk, şimdi deliklerin bi an önce kapanması ve ustaca yapılması gerektiği için acaba bi ustaya mı yaptırsak düşüncesine girdik. E böceklerin bi diğer kaynağı banyo. Küvetin altında saçma sapan ahşap bi kısım varmış, banyoyu da mı yenilemek gerek acaba düşünceleri uçuşuyor ikimizin de kafasında.
Derken.. kendimi tanıyamıyorum. Aklımdan geçen her şey daha çok para harcamaya yönelik. Ev alıyoruz ama kölesi olmıycaz, bütün ömrümüzü o eve adamıycaz, maddiyat delisi olmıycaz sözleri vermiştik birbirimize. Şimdi mutfağı yenilemekten, boyaya, banyoyu yenilemeye geçtik. En kötüsü, ikinci el eşya düşmanı oldum.
Ve bu satırları yazarken beyaz zemin üstünden son hızla yetişkin bir Alman hamamböceği geçti. Yakalayıp üstüne basmak zor zaten ama hadi başardın diyelim, yumurtaları ortalığa saçılacak. Duvara kolayca tırmanabiliyor. Sıcak elektronik alete doğru koşuyordu, yumurtlamayadır heralde. Öldürmek lazım. Ben biraz sakinleyip göreve gidiyorum. Selamlar.