29 Aralık 2015

İsa vesilesiyle...

Onur Caymaz'ın 2015 yazısını okudum, "geçen günler olsun" demiş yine. Daha önce bi maille zihnime ulaşan, dayanamayıp herkeslere yolladığım bir yeni yıl yazısından da bazı kısımları yedirmiş bu yazıya. Hiç yapmadığım bir şeydi, bu yıl neler yaptım diye düşünmek, yeni yıl için dileklerde bulunmak. Bir deneyeyim dedim, ne çıkacak bakalım.

Tabi belgesiz konuşmak olmaz, günlükleri dizdim önüme. Aslında hafızamı dizdim önüme, kaydetmediklerim yok oluyor nedense, fazla depolayamıyor, format mı atmalı, ram'e ekleme mi yapmalı, sd card mı takmalı... bilmiyorum bu işleri. hafıza silmek ESSM* ile oluyor ve fekat hafıza kapasitesini arttırmak nasıl oluyor? Kimse bilmez, kimse bilmez...

2014'ün sonlarından başlayalım:
Sonbaharın başları, psikologa gitmişim, 5 dakika konuşturmuş beni psikolog, depresyon tanısı koymuş. Başta rahatlamışım dertlerime bi ad konmasına. Sonra uykusuzlukla aşırı uykululuk arasında gidip gelmişim, ilacın bu etkilerinin ne kadarı gerçek, ne kadarı benim beklentilerim sebebiyle çıkmış, bilemiyorum. Zamanla rahatsız oluyorum, 5 dk da depresyon tanısı konmasından, test filan yapılmamasından. Sonra birkaç defa alkollü ortamlara girip, içememenin acısına katlanmam gerektiğini de fark edince, eeeh diyorum. Bırakıyorum psikologu. Verdiği birkaç tavsiyeye uyarak kendimi düzeltmeye çabalıyorum. Olumsuz şeyler düşündüğünü fark ettiğin an, düşünmeyi bırak, bunun geçici olduğunun farkında ol, insan içine karış, sevdiğin şeyleri yap, puzzle ı vakit kaybı olarak görme, işe yaramaya yönelik olmasın yaptığın her şey, kendini dinle, başkalarının ne diyeceğini düşünüp yaşama, hiçbi şey yapmak istemediğin, ölümü düşündüğün anlarda, ne kadar canın istemese de dışarı çık, hareket et, zamanla o düşüncelerin geçici olduğunu göreceksin vs... Modern insan dertleri işte. Zamanla işe yaradı. Tabi ki kendi kendimi tedavi ettim diyecek değilim ama zaten çok da büyük problemim olmadığını fark ettim. Kendimi sevmeye çabladım, beni utandıran evladımmış gibi değil de, en yakın arkadaşımmış gibi sevmeye çabaladım kendimi. Hala beceriksizim bu konuda. Ama eskisi kadar acımasız değilim.

Geçelim psikolojik sorunlarımı. Erkek arkadaşım (U. diyelim) yurtdışı işlerine başvuruyordu. Bi yerle anlaşırsa naparız, diye ciddi ciddi düşünmekten kaçındığımız zamanlardan birinde, Hollanda'dan kabul aldı. Mecburen düşündük taşındık, evlenip birlikte gitmeye karar verdik. Evlenmeden gitmek de mümkündü, fakat aileleri ikna edemeyeceğimiz belliydi. Evlatlıktan reddedilmeyi veya kalp kırmayı, ömür boyu küs kalmayı göze almak gerekiyordu. İstemedik, yıllardır sevgili olduğumuzu, evlenip Hollanda'ya taşınacağımızı ailelere birer çırpıda söyledik. Neyse ki kimse kalp krizi geçirmedi. Pek sevindiler hatta, evde kalacağımızdan nasıl korktularsa artık, uzaklara gideceğimizi falan pek önemsemediler. Birlikte gelebilmemiz için her şeyin çok hızlı ilerlemesi gerekiyordu. Yaklaşık 2,5 ayda ailelerle tanıştık,  aileleri birbiriyle tanıştırdık, nikah, vize başvurusu ve olabildiğince ucuza 2 düğün yaptık. Bu sırada 20lik dişimi çektirdim, epey sancılı oldu ve eşyalarımızı toparladık. Atılacaklar çöpe, yurtdışına getirilecekler valize, çöpe gitmesin dediklerimiz işe yarayacakları yerlere, kişilere. Her sabah yenilenen bi to do listimiz vardı.

Depresyona girmeye fırsat kalmamış belli ki. Düğün, gelinlik gibi hayallerim hiç olmadı. Küçüklüğümden beri çevremde gördüğüm erkek modelleri sebebiyle kesinlikle evlenmemeye karar vermiştim üstelik. O yüzden her ne kadar geleneklerden arındırmaya çalışsak da, düğünde ve evlilikle ilgili diğer bütün organizasyonlarda sinirden ağlayacağımdan korktum. Olmadığım, olmaktan yıllardır itinayla kaçındığım bir insan rolüne bürünecektim çünkü. Neyse ki korktuğum gibi gitmedi hiçbi şey, sakin kalabildim ve ailelerin en küçük ve deli çocukları olduğumuz için sanırım, ne yapsak, ne istesek hoşgörüldü. Hoşgörülmeyeni de boşverdik. Geçip gitmesi gereken zamanlardı sadece.

Koşturmaca içinde kitap okumaktan, beni ben yapan her şeyden uzaklaştım. Vaktim yoktu, olduğunda da kafam yapmam gerekenlerin listesiyle doluydu.

Bunu da geçelim. Aralık'ta Hollanda'ya geldik. Her şey birden sakinleşti, beklediğimiz, özlediğimiz gibi. Zorunluluklar bitti. Artık buraya alışmamız gerekiyordu. Çok da zor olmadı. Turist gibiydik başlangıçta, her şey yeni, her şey heyecanlı. Ev bulduk, taşındık. Köpek gezdirenlerle dolu, sakin bi mahalle. Hint dolu sokaklar, çok severim. Hint marketinde Türk ürünleri var, beyaz peynir, bulgur var. Süpermarketlerde Türk rafı olduğunu keşfettik. Hollanda'da tahin helvası yedim, yurtta kaldığım günlere döndüm. Türk tanıdıklarımız vardı, yılbaşına onlarla birlikte girdik. Yakın arkadaşımız yoktu hiç, eksiklik hissetmedik de. Hem gelen giden çok oldu, hem de çift olarak gidince, akşamları yalnız kalmayınca, yurtdışında arkadaşsız olmak çok koymuyormuş, öğrendik. Durmadan eve gelen vergi zarflarıyla şok olduk, dili tam anlayamadığımızdan, acaba kazık mı yiyoruz endişesi yaşadık. Yalnızlık o zamanlar korkuttu biraz, paranoyağım ben, sevgilimin başına bi şey gelse misal, napardım? Çok mantıklı cevapları var elbet, polis, ambulans çağırırdım. Ama dilini anlamadığım yerde, panik içinde İngilizce de derdimi anlatamayacağımı düşünüp endişelenir oldum. Yardım edin diye değil de, help diye bağırmak zorunda olduğumu fark etmek ürpertti beni. Turistik bakış açımızın bittiği zamanlardı sanırım, yurtdışında olmanın negatif yönlerini görmeye başladım. Acaba göçmeniz diye bizi hor görüyorlar mı, diye gözlemledim yerlileri. Kimsenin umrunda değildi. Nefret etmek için bi sebep, açık arar oldum.

Sonra sakinleştim. Onlar da bi grup insandı, aralarında ırkçısı da vardı, hümanisti de. Başıma bi şey gelse herhangi birinin kapısını çalıp yardım isteyebileceğimi anladım. Dünyanın savaş olmayan herhangi bir coğrafyasında bu böyleydi muhtemelen. Türkiye'de de suratıma kapanabilirdi kapılar, burda da.

Kocasının peşinden yurtdışına çıkmış, koca parası yiyen expat karısı görünümü vermekten korkuyordum başlarda. Yüksek lisans tezimi yazmam gerekiyordu bir an önce, sonra da iş bulup çalışmam. Herkes çalışmayı düşünüyor musun, nasıl geçiyor günlerin, arkadaşın var mı, sıkılıyor musun, diye soruyordu. Sıkılmıyordum. Çalışmak istiyordum tabi ki ama bu konuda sorunlarım hep vardı, psikologa gitmemin en büyük sebebiydi bu. Saçma sapan işlere girip, alışamayıp çıkmaktan bıkmıştım, korkuyordum yenilerinin de öyle olmasından, başarısız olmaktan. Tez de iyi gitmiyordu üstelik. Hocaya önerdiğim konuları tez danışmanım beğenmedi, kendisi konu önerdi. Tamam dedim, şu tezi bi şekilde yapayım, sonra doktoraya başvurur, istediğim konuda yaparım. Odaklanmaya çalıştım, 2015'in yarısından fazlası, aha şimdi odaklandım, aha birazdan çok süper çalışcam diyerek geçti. Sonra dur dedim kedicik, dur, sakin ol. Başkalarına karşı "boştayım, bütün gün evde kitap okuyup film izliyorum, evet dilimi de geliştirmiyorum, mutluyum" diyemediğin için, onların istediği şekilde yaşamak için çabalayıp duruyorsun, yapma. Yaban ellerde tekrar depresyona girme, nası anlatıcaksın derdini İngilizce? Alkolü bırakmayı cidden istiyor musun, bira bu kadar ucuzken?

Sonra kendime ve dünyaya, tarihe döndüm. Tezi boşverdim. Yıllardır okumadığım kadar sevgiyle kitap okudum. Daha önce de söylediğim gibi, çok sayıda değil ama sindire sindire okudum. Yine yetmiyor tabi ki, kitap yığınları gözümün önünde, hem Kindle'da, hem masamın üstünde. Yine de bu halimi, istemediğim bir konuda istatistikler arayıp, bi sonuca varmaya çalışan halimden çok seviyorum. Bırak, ev hanımı desinler, sanane, kime neyi kanıtlıyorsun?

Buraya geldiğimizden beri, Amsterdam Halk Kütüphanesi'nde Türkçe kitaplar olduğunu fark ettim. Sadece edebi kitaplar vardı ama olsun. Müze kartla epey bi müze gezdim. Müzecilikte son derece iyiler. Sürekli yeni sergiler geldiği için bir müzeye tekrar tekrar gitmek gerekiyor. Sorun yok, gideriz.

Kiraladığımız evde temizlikçi kiraya dahildi. İstemezsek gelmeyebiliyordu ama yine aynı ücreti ödeyecektik, kazık yeme fobisi olan herkes gibi, gelsin o zaman, dedik. Hayatımda ilk defa yaşadığım eve temizlikçi geliyor. Yaşlı bir kadın. Belki annem yaşında, belki daha büyük. Hala biraz utanıyorum, koskoca kadın temizlik yaparken yardım etmeyince. Evi daha az kirletiyoruz mahcup olmamak için ya da O gelmeden önce ortalığı topluyoruz. Efendi-hizmetçi gibi bir ortam oluşacak diye çok korkmuştum başta, sağolsun, hiç öyle olmadı. Parasızlıktan mı yapıyor bu işi bilmiyorum ama hiç öyle ezilip büzülen, sen ne istersen o olur diyen biri değil. Oğlu doktor, kızı da sanırım iyi durumda, araları da iyi. İstese çalışmazdı, gibi geliyor. Fakat seviyor çalışmayı. Muhabbet ediyoruz her geldiğinde. Başlarda odama kaçıyordum muhabbetten, çalışmayı düşünmüyor musun, gibi sorularından kaçmak için. Alıştım artık, O da beni tanıdı sanırım, sormuyor artık öyle şeyler. İyi insan. Ev sahibimiz de O'nun arkadaşı. İyi insanlar. Yani ilk fırsatta kazık atmayı düşünmeyen insanlar. Başlarda tabi ki böyle düşünmedim, ölçtüm biçtim tarttım, tuhaf yönlerini inceledim, sonra bu sonuca vardım.

Tabi bi de bisiklete bindim burada, yaklaşık 13 yıl sonra ilk kez. Hala sağa döneceğim zaman işaret vermekte zorlanıyorum. Ama omurilik soğanının bisiklete binmeyi unutturmadığı doğruymuş.

Buraya geleli alışmak dışında da olumsuzluklar oldu tabi. Paramız yetecek mi? İş bulsam mı? U.ın sözleşmesi uzamazsa naparız? Bayramda köye gidince, birbirimizin aileleriyle anlaşabilecek miyiz? Kendi ailemizle bir araya gelince karakter değiştirenlerden olur muyuz? Biz birbirimizi hep başbaşayken sevdik çünkü. Sonra arkadaşlarımla aram gitti geldi, uzaklaştım insanlardan. Kendimi suçladım, onları suçladım, kimi suçlayacağımı bilemedim, uzak kalmaya karar verdim. Tabi ki U.la anlaşmazlıklarımız oldu, genelde, eskiyor muyuz, temalı. En çok korktuğum şeylerden biri, özümü kaybetmek, çift olmak uğruna, sevdiğim yönlerimi yitirmek. O kadar eleştirdiğim evliliğin içine girince birden cennet olduğunu filan düşünmek. Ev, mobilya, araba borçları yüzünden seyahat edenlere imrenmek, hemen çocuk yapmak, sosyal medyada mutluluk taşan fotoğraflar paylaşmak, birbirimizden sıkılınca söyleyememek, çift organizasyonlarına mecburen katılmak, durmadan mutlu çift görüntüsü çizmek, yıllarca isyan ettikten sonra, sırf evlendik diye ailelerin istediği evlat olmak. Müspet vatandaş, evlat, eş, arkadaş olmak. Kısacası, kendi çapımızda isyana devam ediyoruz. Eskiyo muyuz, sorusunu sora sora eskimememiz gerektiğini hatırlıyoruz. Seviyorum bu tip kavgaları, üzülmeleri. Mutlu aile tablosu içinde cidden mutlu muyum, yoksa rol mu yapıyorum, cidden özgür müyüz hala vs diye sormak daha bi güzel oluyor. Evlenmeden önce de böyleydik, insanın sanallaşmasını önlüyor, pleasentville leşmesini, truman show laşmasını önlüyor.

Uzattıkça uzatıyorum, kimse okumasın diye yazıyorum galiba. Evet.

Bu sene geçen sadece günler değildi. İnsanlar da geçti gitti. Bu bana nostaljik bir hüzün verse de kederlenmiyorum. Bazı hisler uzaklaştıkça yok olmuyor. Onları saklıyorum. Sanırım hayatımın bu kısmı kendimi yontma-kabul etme dönemi sayılabilir.

Bu sene Arendt'i tanıdım, Ece Temelkuran'ın kendisiyle olmasa da kitaplarıyla barıştım, birkaç saat aralıksız okuma yeteneğim tekrar gelişti, Zamyatin'i Biz'le tanıdım, bizden olanı eleştirmenin gerektiğini ve güzelliğini gördüm, Brecht'i sevdim, Aytekin Yılmaz'la kitabında tanıştım, hem şok oldum, hem de bizden olanı eleştirdiği için sevdim, felsefeye meylim arttı Adorno-Horkheimer sayesinde, Naziler hakkında internette deniz derya bilgi bulunduğunu fark ettim, sömürgecilik tarihine merak sardım, bir kitapla öğrenilecek şey olmadığını anladım, medeniyetin, medeni olmanın acı gereklerini gördüm, medeniyetten bi kademe daha soğudum, kendini eleştirmeyenden daha da soğudum. Soğuduklarıma öfke duyup zaman kaybetmek yerine, sevdiklerimi, bana bi şeyler öğretenleri veya beni anlayanları okumaya çabaladım.

Aynen böyle devam diyorum be 2016, senden kendim için ne isteyeyim başka? Ha beki Hollanda'da kaliteli Türkçe müziğe doyacağım birkaç yere götürsen beni, fena olmaz. Türkçe olmasın hadi, Avrupa'nın doğusunda olsun da, ne olursa olsun. Kendimden uzaklaşıp başkalarına bakınca isteyecek çok şey var. Ama ciddi konuları bu geyik yazıya alet etmek istemiyorum. Dünya barışını senden isteyecek kadar popülist olmayalım di mi? 5 vakit namaz kılar gibi, oh bugün de dünya barışını istedik, rahatça uyuyabiliriz, demeye gerek yok.

Gözlerinizden öperim günler, geçin, gidin. Bi şeyler bırakın yine de.





* eternal sunshine of the spotless mind

23 Aralık 2015

Film: Bridge of Spies



(Eskiden buralar hep dutluktu, şimdi spoiler doldu.)

"It's a free country maaaan" dedikleri yerde, Amerika'da, 1960lardayız. Tabi ki bir sigorta şirketi var hikayemizde. Ağzının laf yaptığını ilk dakikalardan anladığımız şirketin ortağı, aynı zamanda avukat olan Tom Hanksimiz var. Amerikan filmlerinden öğrendiğimiz kadarıyla, 60larda ağzınız laf yapıyorsa ya sigorta ya da reklam şirketinde çalışıyorsunuz ve paraya para demiyorsunuz. Tabi kendi çapınızda, yoksa asıl parayı kimler kırıyor, tam bilmiyoruz. Orta-üst tabakaya giriyorsunuz. Sarışın, saçları düzgün taranmış ve mümkünse saç bandı olan, güzel, hanım hanımcık ve çok iyi bir evhanımı olan bir eşiniz oluyor. Tabi en az iki tane de çocuğunuz. Eşinizin görevi evi çekip çevirmek, çocuklarla ilgilenmek ve sizin her türlü sıkıntınızda psikolojik desteğiniz olmak. Sizi dışarıdaki hayat için motive ediyor, siz de isterseniz O'nu evdeki hayatı için motive edebilirsiniz. Mecbur değilsiniz tabi. Eve para getirin yeter. Arada bir, örneğin haftasonları, çocuklarla dışarı çıkın, evin bahçesinde barbekü partisi verin, oğlunuzla beyzbol oynayın, bahçeye oyuncak çocuk parkı kurun, doğumgünleri partilerine katılın, yeter. Tabi başka önemli bir işiniz yoksa. Misal, bir erkek olarak sürekli evde ve çocuklu olan karınızdan sıkılıp, şehirde "özgür" bi kadınla takılabilirsiniz. Erkeksiniz, yaparsınız. (İşte bunlar hep Madmen)

Bu söylediğim 50ler-60lar Plesantville tarzı Amerikan mutlu aile tablosu bu filmde bir miktar var ama tablo tam olarak benim yansıttığım gibi değil. Daha çok bardağın dolu tarafına odaklanıyor film. Ailesiyle ilgilenmeye çalışan bir adam var, aldatmayla falan işi yok. Ama ne zaman bir sarışın amerikalı ortasınıf evhanımı görsem aklıma bunlar geliyor, belirtmeden geçemedim.


Bir adamımız daha var. Filmin ilk sahnesinde kendi portresini yaptığını görüyoruz. Bitirmiş, son rötuşlarda. Dudaklarının iki ucu yer çekimine yenik düşmüş. Son derece yavaş hareket ediyor, son derece kibar. Az daha yaşlansa sevimli bir dede olacak. Adamın casus olduğunu anlar anlamaz daha bi seviyoruz adamı. Tüm bu tatlılığının yanında bir de şeytanlık var çünkü içinde. Zeki ve tatlı. Ajanlığının ne işe yaradığı, insanlara zarar verip vermediği ikinci planda kalıyor. O'nu ilk gördüğümüz andan itibaren seviyoruz.

Ve tabi bu iki tatlı adam buluşuyor. Tom Hanks, diğerinin yani Rus Ajanı Rudolf Abel'in ABD'de yargılanması esnasında avukatı oluyor. Filmin gerisi adalet savaşı.

Amerika ve Sovyetlerin soğuk savaştaki düşman paranoyası. Bu paranoyanın Amerika'da halka propagandası. Okullarda bile atom bombası düşerse ne yapmalıyız'ın öğretildiği günler. (Sırtını kendine kabuk yapıp, kaplumbağa gibi kendi içine kıvrılıp yere kapanırsan bi şey olmazmış!) ABD, en medeni ülke imajı çizmek için, kurallara uygun bir yargılama istiyor. Yakaladı hemen öldürdü denmesini istemiyor. Fakat sonuç duruşma başlamadan belli: "Adam rus ajanı, o zaman öldürmeliyiz, bizi öldürmeye gelmişti şerefsiz!" O zaman bu gösteri niye? diye sorar aslında oyunları önemsemeyen her aklı başında insan. Ama ülkelerin medeniyetlerini gösterme üzerine giriştiği sidik yarışı bunu gerektirir, diye cevap verir öküz adam.

Hannah Arendt'in şikayet ettiği Eichmann davasını hatırlatıyor bu bana. Adamın sonu madem belli, madem savunmanın tanıklarının dinlenmesine bile izin vermeyeceksin, ne diye gösteri yapıyorsun? İkiyüzlülüğün kurumsallaşmış hali. Biz, siz, bizim adamımız, bizim için tehlike, ulusumuz için, ailemiz için, yapmalıyız bunu, hey, höy, höy! Hangi çılgın bize zincir vuracakmış, şaşarız! Propagandalar dünyası.

Ama yiyoruz işte, yemediğimiz propaganda yok çok şükür. Filmde de mahkemeye çıkaralım haydi hoppp asalım diyen zihniyeti durdurmaya çalışan avukatımız Tom Hanks'e yani Donovan'a, bütün halk düşman oluyor. Niye? Çünkü Rus ajanını savunuyor.

Bana ilginç gelen noktalardan biri, Donovan'ın, Abel'in gerçekte suçlu olup olmadığıyla hiç ilgilenmemesi oldu. Suçlamada bulunan karşı tarafmış, dolayısıyla suçlu olduğunu delillerle kanıtlaması gereken taraf iddia makamıymış. Yani bir savunma avukatı, sanığın suçlu olup olmadığıyla ilgilenmezmiş. O zaman nasıl savunma yapacak? Sadece hukuk basamaklarının gerektirdiği prosedürlerin uygulanması için bekçilik mi yapacak? Abel'in Rus ajanı olduğu kamuoyunda öylesine kabul gördü ki, delille falan çok uğraşmadı iddia makamı. Ama ya uğraşsaydı? Tek tek her bir suçlamanın delilini sunsaydı, o zaman savunma avukatı ne işe yarayacaktı? Yani müvekkilinin geçmişini, neler yaptığını bilmeden davaya girmek nasıl oluyor? Anlamadım buraları.

Filmin ikinci yarısında Berlin'deyiz. Sovyetler'de yakalanan Amerikan ajanıyla ABD'de yakalanan Rus ajanını değiş tokuş edeceğiz. Berlin duvarı inşa ediliyor. Her yerde polis var. Bi yakada sovyet polisi, bi yakada Alman polisi. Sokak başlarında serseriler bekliyor. Herkes burada da birbirinden şüpheleniyor, ajan diye. Duvarın üstünden atlamaya çalışırken vuruluyor insanlar, iki tarafta da bulunan sniperlar tarafından. Hilton Oteli o karışıklıkta bile var. Şık kadın garsonlar, aydınlık salonlar, Amerikan kahvaltı menüsü... Hilton, savaş olsun olmasın her daim varlığını devam ettirmek zorunda olan ticari kurumlardan biri."Gıda işi iyidir, savaş bile çıksa gıda işi bitmez." cümlesinde gıda yerine Hilton'u yerleştirebiliriz.

Avukatımız birey olarak, kurumlara karşı savaşıyor burda da. 3 ayrı devlet var: ABD, Sovyet Rusya ve Doğu Almanya. Hepsiyle pazarlık ediyor. Rus ajanı Abel'i, ABD ajanı Powers'ı ve Doğu Almanya'da ABD'li öğrenci olan Pryor'ı öldürmeden memleketlerine göndermek için savaşıyor. Sigorta şirketinin ortaklarından biriyken, film ilerledikçe kahraman oluyor gözümüzde. Şimdi, savaş ortamındaki çabasını görünce "vay be" diyoruz durmadan, "ben olsam şimdiye bırakmıştım ipin ucunu".

Öğrenci olan Pryor'ı kurtarmak niyetinde değil ABD, umursamıyor. Savaş zamanı, sen kalk buraya gel, komünist ülkelerin ekonomik sistemleri üzerine tez hazırla, ya aptalsın ya da ABD düşmanısın demektir. Her iki koşulda da ABD'nin sana ihtiyacı yok Pryor'cım, ölebilirsin.

Bir de sanırım bu tip yapımlarda olmazsa olmaz sayılan Amerikan propagandası da bir miktar vardı. ABD ile dalga geçen sahne de çoktu, sanırım biraz dengelemeye çalışmışlar bu şekilde.


Nitekim, gerçek hikayeler üzerine kurgulandığı için, güzel film. Tom Hanks'in ve özellikle Rudolf Abel'i canlandıran Mark Rylance'ın oyunculuğu da tabi ki mükemmel. Arkaplan da güzel yansıtılmış, hiç yabancı hissetmedik 50 sene öncesinin sokaklarına. E tabi bir de Coen Kardeşler komiklikleri var, günlük hayatta, kurumsal hayatta normalleşmiş kurallarla dalga geçmenin dayanılmaz tatlılığı... Kısacası hayatımın filmi demesem de, izlemek gereken filmlerden diyebilirim. Kime göre gerek, neye göre gerek? Bunlar hep sorular.






















17 Aralık 2015

Ben buralarda, bu sıralar...

Hazır bilgisayarı açıp blogger.com yazmaya üşenmemişken, uzun zamandır ertelediğim konularda bir şeyler karalamak niyetindeyim. (Zira üşenmek beni en iyi tanımlayan sözcüklerden biri. Ardından sıkılmak geliyor.)

Yaklaşık olarak Ekim'den beri tez konum hakkında araştırma yapmayı bıraktım. Araştırdıkça konunun aslında ilgimi çekmediğini fark ediyordum. "O kadar ders aldın, ortamlarda sosyolog olarak tanımlanmana ramak kalmışken bırakma kızım bu işin peşini", diyordum kendime ama zorla güzellik olmuyordu. Yeni bir konu buluversem ve uğraşıp didinip Hoca'yı da ikna edip konuyu değiştiriversem sorun çözülebilirdi evet. Ama hızlıca buluverdiğim konunun da beni anca 2-3 hafta idare edeceğinden adım gibi emindim. Ben de -şimdilik- koyverdim. (Bkz: Sıkılmak)

Koyverince bi güzel geldi sosyoloji-tarih-felsefe üçlüsü, bi güzel geldi ki okumalara doyamıyorum, okumalar yetmiyor, alakalı filmler bulup izliyorum. Duyan da iki günde bir kitap bitiriyorum sanacak, yok o kadar değil. Sadece 2-3 saat aralıksız kitap okuyabiliyorum artık. Not alarak okuyorum üstelik. Ne yazık ki, not almaktan kastım, kendi yorumumu katmaktan ziyade, alıntı yapmak. Okurken yorumunu katmak sanırım bu seviyede benim yapabileceğim bir şey değil. Kafamda oluşan soru işaretlerini yazıyorum tabi ki ama sorular cevap bulmaktan çok sürekli yeni soruları doğuruyor. Her soruda yeni bir bilgi eksikliğimi fark ediyorum. Onu araştırmakla kitaba devam etmek arasında kalıyorum. Bi kişinin kaç doğumlu olduğu gibi cevabı basit bir soruysa, okumaya ara verip araştırıp devam edebiliyorum ama bu kadar basit değilse, misal Arendt'i okurken Hamsun'la ilgili bir fikir edinip doğruluğundan emin olmak istiyorsam, internette bulacağım birkaç cümlenin güvenilir olmayacağını, güvenilir bilgiyi bulmanın zaman alacağını düşünüp, erteliyorum. Dolayısıyla notlarda bol bol yıldızlar, soru işaretleri, okunması gereken kitaplar, izlenmesi gereken filmler, belgeseller birikiyor.

Fakat bu birikmeler eskisi gibi gözümü korkutmuyor artık. Eninde sonunda onlara geri dönüp, soru işaretlerimi azaltacağımı hissediyorum içeride kalbimin derinliklerinde bir yerlerde. İşte orada küçük bi su perisi bana fısıldıyor: "Hepsine sıra gelecek kedicik, sen sakin ol, içinden geldiği gibi, acele etmeden, sakin sakin oku". Sonra ışıklar içinde suyun gizemli derinliklerine girip kayboluyor, gülümseyerek Aydınlanmanın Diyalektiği'ne devam ediyorum.

Tam olarak böyle olmasa da buna benzer şeyler oluyor.

Evet aslında bu sosyal bilim sevgisi Aydınlanmanın Diyalektiği'yle başladı. Defalarca başlayıp, sıkılıp bıraktığım kitap son seferinde beni yakaladı. Tezden uzaklaşmanın verdiği kafa rahatlığıyla belki de... "Aydınlanma totaliterdir." deyişi tuttu bırakmadı beni. Öyle bir tuttu ki, im'le imge arasındaki farkı öğrenmek için kendimi zorlamak geldi ilk defa içimden. "Şunu niye anlaşılacak dilde yazmazlar ki!" diye sinirlenmeyi bir kenara bırakıp, anlamaya çalıştım. Dili, üslubu boşverip, anlatılanı bulup çıkarmaya, sindirmeye çalıştım. Ne kadar becerebildiğimi bilmiyorum. Ne kadar anladığını anlamanın ve daha iyi sindirmenın bir yolu da yazmak, bu yüzden yazmayı çok düşündüm. Fakat yazmaya bir türlü girişemememin sebebi -üşenmeyi bir kenara koyarsak- korkmamdı sanırım. Bu tür kitaplar hakkında yorum yapmaya çalışsam beceremeyecektim, alıntılardan ibaret olacaktı yazı. Hiç girişmedim ben de. (Halbuki n'olcak ki? Akademik bi iddiamız mı var? Üşenmişsin işte kediciiiik, itiraf et...)

Aydınlanmanın Diyalektiği'nin ilk cildini bitirdim sadece. İkinciyi de aldım ama henüz başlamadım. Neden? Çünkü o arada Marc Ferro'nun Sömürgecilik Tarihi geçti elime. Hollanda'ya gelince bu konuya özel bir ilgi duymaya başlamıştım. Kitaba başladığım gün, neyle ilgili olduğunu hiç araştırmadan gittiğim Tropen Museum'un tamamen sömürgeler üzerine kurulduğunu görünce "bu bir işaret olmalı!" deyip daha bi istekle gömüldüm kitaba. Kasım'ın başından beri okuyorum. O kadar yavaş ilerliyorum ki günde 20 sayfa büyük başarı! Okuduklarımın üçte birini deftere geçiriyorum, arada bir harita aç, kimmiş bu adam diye vikipedi'yle dedikodu yap, derken zaman geçiyor, kitap geçmiyor.

Kitabın sonunda sömürgecilikle ilgili filmler listesi var. Arada bir onlardan birini izleyip içimi iyice karartıyorum. Gandhi'yi de o vesileyle izledim. Sonra sen kalk Hint tarihine meylet. Bol bol müzik dinle, hüzünlen, kendi kendine Bollywood dans figürleri geliştir...Bi sürü güzellik.

Arendt'le buluşmamızın ne vesileyle olduğunu hatırlamıyorum. Sanırım, Kötülüğün Sıradanlığı'na şöyle bi göz atayım derken bırakamadım. Kadının soğukkanlılığı, objektifliği, kara mizahı ve mahkumun psikolojisini irdeleyişi, aynı zamanda Nazi tarihini aktarışı beni benden aldı. O'na da hala devam ediyorum. Daha önce 2012 yapımı Hannah Arendt filmini izlemiştim. Filmden görüntülerle okuduklarım birbirini tamamladıkça konuyla ilgili başka filmler izlemek istedim. Die Welle ve Das Experiment'i de bu vesileyle izledim. "Biri bizi durdurmazsa hepimiz ne kadar da kötüyüz" gibi sonuçlara varmaktan adeta haz alıyorum. Evet, bu kitap da hala bitmedi.

Bu arada yollarda başladığım, çerezlik bir kitap daha var. Politzer'in Felsefenin Başlangıç İlkeleri var ki, deftere not almadan, hızlı hızlı okuyup kısa sürede kitap bitirme hazzını kendime yaşatmak için başlamıştım. (Deftere not almadan vurgusu yapmamın sebebi, diğer ikisinin e-kitap olması, yani notları deftere almamın mecburi olması ama Politzer'in basılı kitap olması, hunharca üstünü karalama özgürlüğü vermesi). Velakin işler düşündüğümüz gibi gitmedi, O da düşündüğüm kadar hafif ve sürükleyici gelmedi.

Nitekim, bana göre ağır olan 3 kitapla yoluma devam ediyorum. Birini bitirir bitirmez, ufak bi romana başlamak istiyorum. Duyguları olan, tahliller değil gözlemler yapan, çözüm aramayan, net konuşmayan, insani şeyler okumayı özledim. Ama darılmayın lütfen sevgili Ferro, Arendt ve Politzer, sizinle daha çooook sevişeceğiz. Yıllardır size sempati duyduğumu söylerim ama bakın ilk defa bu kadar samimiyim. Yollarımız ayrılmasın. Öperim.

İşte her biri hakkında ayrı ayrı, uzun uzun yazmak istediğim bu kitapları, filmleri bi yazıda toplayabildim sonunda. Üstümden bi yük kalktı. -Şimdilik- kitaplardan ne anladığımdan çok, ruh halimdeki değişimi yazmam önemliymiş meğer.

Afilsiz bi sonsöz bulamadım. Bi sonraki yazıda görüşünceye dek, iyi akşamlar, iyi günler ve iyi geceler diyeyim bari...




Çıplaklıktan Karanlığa Bağlanan Yazı

Hollanda'nın Cinemaximum'u olan Pathe'de Unlimited Card diye bi şey var. Aylık 19,5 euro ya sınırsız film izleyebiliyorsunuz. Tek filmin 10,5 euro olduğunu düşünürsek, çok hesaplı. Bu ay ilk defa üye olduk ve tabi Pathe'yi batırmaya karar verdik, dün iki film ardarda izledik. Ama merak etmeyin, amacım tabi ki bunları anlatmak değil.

İlk film: The Good Dinosaur. Büyüklere de hitap eden bi animasyon. Dinozorların neslinin tükenmediği, ufaktan bi medeniyet kurdukları, insanların dinozorlara nispeten vahşi kaldığı bi dünyayı anlatıyor. Konusu orjinal yani. Pixar yapımı olunca görselliği filan sorgulamaya gerek bile kalmıyor.

İkinci film: Hunger Games'in son filmi. Konusunu anlatmaya gerek yok.

Benim vurgulamak istediğim, filmler de değil, öncesinde çıkan reklamlar.

İlk filmin öncesinde su markası olan SPA'nın reklamı çıktı. Daha önce başka bir film öncesinde görmüştüm ve şok olmuştum. Anadan doğma çocuklar, gençler, kadınlar, erkekler görünüyor reklam filminde. Şuradan bi izleyin derim: https://www.youtube.com/watch?v=lLb7OiMpdcU

İkinci film öncesinde ise hem bu SPA reklamı, hem de sloganı "#SHAREYOURSEXY" olan şu iç çamaşırı reklamı gösterildi: https://www.youtube.com/watch?v=lLb7OiMpdcU

Bu ikisini kıyaslayınca, aydınlandım. İlk filmde 6, ikinci filmde 12 yaş sınırı vardı. SPA reklamında, suyun içinde doğan bir bebeğin suyun içinde büyümesi, yaşlanması ve sonunda tekrar bir bebek olması anlatılıyor. Saflık var, hayatın, çıplak yani doğal insanın, suyla bütünleşen döngüsel yaşamı var. (Suyun bu kadar temel ihtiyaçken şişelenip parayla satılmasının absürtlüğüne girmiyorum). Dolayısıyla bu film çocuklar için tehlikeli sayılmamış.

İkinci reklamda ise göz süzen, vücudunu okşayan, Hollandalıların seksilik anlayışını sorgularken adeta sevişmeye davet eden iç çamaşırlı, günümüzün ideal güzellik anlayışına uygun bir manken var. Bi miktar giyinmiş olmasına rağmen hormonları harekete geçiren, pek çok gencin izleyip izleyip rahatladığı türden bir film. Dolayısıyla, boşalma ihtiyacı henüz duymayan 12 yaş altı çocuklar için bu filmin tehlikeli olduğuna karar vermiş yetkili büyüklerimiz.

Anladım ki buradaki insanlara göre çıplaklık=seksilik/pornografi demek değil. Çıplaklık "doğal olan" diye sunulduğu zaman küçükler için tehlikeli sayılmıyor. Bu ayrım hoşuma gitti. Çünkü kıyafetin gerekliliği kültüre göre değişir. O yüzden mini etekle bisiklete rahatça binebiliyor buradaki kadınlar. Ya da saunaya çıplak girme zorunluluğu onlara göre normal. Ya da spor salonlarının duş kabinlerinin ortak olması ve insanların doğal olarak hep beraber çıplak duş alması ahlaki bir sorun oluşturmuyor. Bizimse salondan bi an önce ayrılıp eve gelip duş almaya meylimiz var. Muhafazakar olduğumuzdan, çıplak olmayı ayıp saydığımızdan değil, sadece alışkın değiliz o kadar cinsel organ görmeye veya kendimizinkini sergilemeye. Çünkü sonradan benimsemeye çalıştığımız fikirlerimize göre çıplaklık ayıp değil ama sindirmemişiz henüz o fikirleri. Sadece cinsel organ da değil, herhangi bir şekilde vücudumuzu sergilemek de sıradışı bir eylem bizim için. Kısa etek giymek, kısa kollu giymek, Türkiye'de pek çok genç kızın ailesine karşı başlattığı bir direnişin sonunda elde ettiği bir hak. (dekolteyi saymadım bile dikkat ederseniz).

"Medeniyet dediğin açmaktır bedeni" demiyorum. Zira ne kadar açarsak açalım zihnimizi açmamızın kıyafetle olmayacağını biliyorum. Ayrıca ideal bir toplum yaşamının olmadığının farkındayım ve bu yüzden medeniyet kavramını göklere çıkartmak istemiyorum. Fakat çıplaklığın nasıl algılandığı ile nasıl yaşadığımız arasında, kaybettiklerimiz ve kazandıklarımız arasında bir bağ var. Oğlan çocuklarının pipili fotoğraflarının çekildiği, kız çocuklarının "yakışmaz" veya "zarı yırtılır" diye bisiklete bindirilmedikleri bir kültürde büyüdük. Şimdi saçma gelen bu şeyler içimize o kadar işlemiş ki kurtulmak, değişmek için büyük çaba harcıyoruz. Bazılarımız bir taraftan geçmişinden kopmamaya, ailelerinin kalbini kırmamaya çalışıyor. Onlar için (ben de onlara dahilim) hayat belki de daha zor. Bunları aşmak için harcadığımız enerjiyle başka şeyler yapabilirdik. Zihnimizi açmaya çalışmakla geçiyor yıllarımız. Tam olarak açıldığını ancak ölürken göreceğiz belki. Panik yapıyoruz bu yüzden. Zaman geçiyor. Batıya yetişme özlemi içinde yanıp tutuşuyoruz. Yurtdışına taşınıp çocuğumuzu bu saçmalıklardan uzak yetiştirme telaşına giriyoruz çoğumuz. Ne kadar değişebilirsek kar diye.

Bir reklam filminden Türkiye'deki karanlığa bağlamak biraz tuhaf gelebilir ama n'apalım, benim kafam da böyle çalışıyor.








19 Kasım 2015

Hollanda'da Geri Dönüşüm

Dün eve bir kağıt gelmiş belediyeden (bilmeyenler için, Hollanda'da yaşıyorum). Bundan sonra plastik, metal ve tetrapakları bir arada toplayacaklarına dair. Bir de internet sitesi belirtmişler: mijnafvalwijzer.nl . Siteyi inceleyince dayanamadım, Türkçe bi şeyler internette bulunsun diye buraya aktarmak istedim.

Ülkede yaşayan yabancı oranını düşünüp siteye İngilizce dil seçeneği eklemişler,  ki bu benim için çok iyi oldu. Zira bu tür bilgiler bencil hayatımızı çok ilgilendirmediğinden, sözcüklerin flemenkçesini öğrenip googlelamaya üşeniyor insan. Halbuki "Tetrapaklar plastik kategorisine mi girer, yoksa kağıt mı?" gibi sorular, evdeki atıkları geri dönüştürmeye birazcık da olsa meraklı benim gibi insanlar için, tam bir ikilem. Ama günlük hayat saçmalıklarına dalıp "amaaan kağıttır herhalde" demeye yetecek kadar da önemsiz. Halbuki belediyeden gelen bi kağıt, her şeyi netleştiriveriyor. İşte bu yüzden sevgili modern dünya seviciler, sevgili ilerlemeci yöneticiler, bu tür konularda da güzel çalışan organizasyonların, insanları bilgilendirmenin ne kadar işe yaradığını görün lütfen.

Gelelim buradaki sisteme: 

Sitede posta kodunu girmeden İngilizce seçeneği önerilmiyor sanırım. Google translate kullanmaya ve hatta siteye girmeye üşenenler için, ayrıntılardan bahsedeyim kısaca.

14 çeşit atıktan bahsediliyor. Her çeşidin neleri kapsadığı, nasıl toplandığı ve (mümkünse) nasıl geri dönüştürüldüğü kısaca anlatılmış.

1. GFT: Sebze, meyve ve bahçe atığı gibi organik atıklar. Müstakil evde yaşayanlar, GFTleri küçük yeşil çöp kutularında biriktirebiliyorlar. Apartmanda yaşayanlar ise bu atıkları biriktirip Atık Toplama Merkezi'ne getirmeleri gerekiyor. Bunlar De Maarleen'deki atık işleme merkezine getiriliyor ve (Türkçe'deki karşılığını bilmiyorum) green gas'a dönüştürülüyor.

2. Kağıt: Kağıt, karton, paket kağıdı gibi atıklar. Meyve suyu kutularında plastik ve aluminyum folyo bulunduğu için geri dönüştürülebilir olmadıkları ve bu yüzden kağıt atık olarak kabul edilmediklerini belirtmişler. Müstakil evde yaşayanlar mavi kapaklı çöp kutularında biriktirebiliyor. Apartmanda yaşayanlar ise evde biriktirip sitedeki haritada gösterilen kağıt çöplerine atmaları gerekiyor. Bunlar evlerden ve kağıt çöplerinden belli aralıklarla toplanıyor.

3. Plastik: Plastikten yapılmış her türlü alışveriş poşet, margarin paketleri, süt şişesi gibi şişeler, et kapları gibi atıklar. Şeffaf poşetlerde biriktirip, sitedeki haritada belirtilen yerlerdeki kancalara asılıyor. Tabi ki sitedeki takvime göre belli aralıklarla toplanıyor. Poşetler ise belediyeden, şehir kütüphanesinden veya belirtilen diğer merkezlerden ücretsiz alınabiliyor. Daha doğrusu eskiden böyleydi. Şimdi eve gelen mektupta bildirildiğine göre, metal ve tetrapaklarla birlikte toplanacakmış. PMD denen ayrı bir kategori oluşturulmuş. Plastikler küçük parçalara ayrılıp işleniyor ve yeni plastik ürünlerde kullanılıyormuş.

4. Cam: Cam şişe kavanoz vs. Yine sitedeki haritada belirtilen noktalardaki cam kutularına atılıyor. Depozitolu şişeler bazı marketlerdeki makinelere verilip, depozitosu ne kadarsa o kadar para iadesi alınabiliyor. Bu makinelerin hemen yanında yardım kuruluşlarının bağış kutuları bulunuyor. Genellikle insanlar 10 cent gibi az miktara karşılık gelen bu fişleri alıp doğruca bağış kutularına atıyorlar. Camlar etiketlerinden ayrılıp eritilerek yeni cam şişe yapımında kullanılıyormuş.

5. Tekstil ürünleri: Eski ve temiz kıyafet, perde, havlu, battaniye, bez, ayakkabı vs. Bunlar da haritada belirtilen tekstil kutularına atılıyor. Cam ve kağıt kutuları gibi çok rastlanmıyor bunlara, o yüzden nerede olduğunu bilip evden toparlayıp çıkmak gerek. Toplanan kıyafetler Sympany Foundation'a götürülüyor. www.sympany.nl (Bu site 8 farklı dil seçeneği sunuyor, bayıldım kerataya...) Burada kıyafetler yeniden kullanılabilirliğine göre ayrılıp 2. el olarak ihtiyacı olanlara dağıtılıyor. İşe yaramaz olanlar da geri dönüştürülüyor.

6. Elektrikli aletler: Bunlar Atık Toplama Merkezi'ne veya elektrikli eşya satan mağazalara teslim edilebiliyor. Aletler parçalanınce neredeyse herbir parçası yeniden kullanılabiliyormuş, onların yalancısıyım.

7. Yağ: Kızartılmış sıvı ve katı yağ atıkları. Soğuduktan sonra orjinal kaplarında biriktirilip Atık Toplama Merkezi'ne götürülebiliyor. İşlendikten sonra biyolojik yakıta dönüştürülüyormuş.

8. Cycle: İkinci el eşya diye çevrilebilir sanırım. Yani tekstil ürünleri hariç, koltuk, beyaz eşya gibi, tekrar kullanılabilir ama elden çıkarılmak istenen türden eşyalar. Bunlar ikinci el eşya merkezi olan De Boemerang'a (www.deboemerang.net) veya Atık toplama Merkezi'ne götürülebiliyor. De Boomerang'ın evden gelip alma hizmeti de var. Bu merkezde toplanan işe yarar eşyalar, gerekiyorsa tamir edilip uygun fiyatlarla satışa çıkarılıyor. Bardak çardak, kıyafet, kitap da varmış dükkanda.

9. Çöp: Geri dönüştürülemeyen atıklar. Bildiğimiz çöp. Kadın ve çocuk pedleri, sigara izmaritleri, ıslak mendiller, sakız gibi şeyler dönüştürülemiyormuş. Müstakil evde yaşayanlar küçük gri kutularda, apartmandakiler restafval denilen her köşebaşında bulunan klasik çöp kutularında biriktiriliyor, sık sık bunlar toplanıyor. Toplananlar Amsterdam Atık Enerji Santrali'nde yakılıyor ve yanma işlemi sırasında enerji üretiliyormuş.

10. Büyük ev eşyaları (Bulky): Buzdolabı, yatak, dolap, yer döşemesi gibi çöp kutusuna sığmayacak türden şeyler. İnşaat atıkları dahil değilmiş. Bunlar yine Atık Toplama Merkezi'ne götürülebiliyor veya belli bir ücret karşılığında belediye ile randevulaşıp onların gelip alması talep edilebiliyor. Herbiri 30 kg'dan ağır olmayacak şekilde parçalanmış/paketlenmiş eşyalar, anlaşılan gün sabah 7:30'dan önce (1 gece önceden değil) evin duvarının dibine bırakılmalıymış.

11. Kimyasal: Temizlik malzemesi, boya, ilaç, pil, ampul gibi patlama ihtimali olan tehlikeli ev atıkları. Belediyeden ücretsiz alınabilen ev kimyasalı atık kutusunda biriktirildikten sonra Atık Toplama Merkezi'ne götürülebiliyor. Tehlikeli oldukları için diğer atıklarla birlikte işlenmemeleri gerekiyormuş.

12. Asbest: Doğada bulunan ve solunması tehlikeli minerallerin bazıları için kullanılan bir terimmiş. Vikipedi'den öğrendiğime göre, badana-sıva gibi şeylerde Anadolu'da hala çok ve bilinçsizce kullanılan önemli derecede kanserojen bir maddeymiş. Bu yüzden Hollanda'da da kişi kendisi asbestten kurtulmak istiyorsa özel izin alması gerekiyormuş. Veya bi güzel paketleyip Atık Toplama Merkezi'ne götürmeliymiş. Paketleme şartları da belirtilmiş. Bir alana boşaltılarak kurtulunuyormuş bundan, henüz geri dönüşümü yapılmıyormuş.

13. Bahçe atığı: Yeşil GFT kutularına sığmayacak kadar çok olan bahçe atıkları da Atık Toplama Merkezi'ne götürülmeliymiş. Veya randevu ayarlanıp evden alınması sağlanabiliyormuş.

14. Yılbaşı ağaçları: Christmas ağaçları, sitedeki takvimde belirtilen günde çöp kutularının yanına bırakılıyormuş. Sonra ne yapıyorlar bunları, bilmiyorum.


Dünyanın başka yerlerinde daha iyi çalışan sistemler olabilir. Burada pek çok eksik var hala. Örneğin insanlar atıkların çoğunu Atık Toplama Merkezi'ne kendileri götürmek zorundalar. O yüzden yağ atıkları biriktirme gibi işlemlerden cayabilirler, üşenebilirler. Tam olarak teşvik edici değil. Sokaklarda durmadan çöp-plastik-cam-tekstil kutuları görmekle, eve gelen bir kağıdı okuyup, üşenmeden internet sitesini kurcalamak arasında elbette gaza gelmek açısından epey fark var. Yine de güzel bir uygulama ve bunca çaba ileride daha iyi bi organizasyona dönüşeceğini gösteriyor. Evde 14 çeşit atığı ayrı ayrı biriktirmek ve bunların öyle çabucak birikmemesi bir yandan güzel bir şey olsa da, bir yandan çöpeve benzemesine sebep olabiliyor. Yine de, her şeye rağmen, fakat ve de lakin, insan bir yerden sonra bir düzen oturtabilir ve alışabilir. 


Kısacası geri dönüşüm "bizim insanımız bilinçsiz ya, kağıt kutusuna çöp atıyor" deyip geçilecek kadar basit bir olay değil. Sarıyer-Reşitpaşa'da yaşarken görmüştüm. Belediye evleri tek tek gezip, kapılarına mavi poşet ve açıklayıcı birer broşür koyduğu zaman, iki haftada bir pazar günleri kapı önlerindeki geri dönüşüm poşetlerinin sayısı birden artmıştı. Ki bu insanların çoğunun çöp kutusu yoktu, sokağa çöpü bir gün önceden çıkartırlardı, kediler çöpleri dağıtırdı, sokaklar leş gibi kokardı. Sokak öyle dardı ki, arabalar zor geçiyordu, kedilerin girmeyeceği bir çöp kutusu yapsalar bile nereye sabitleyebilirlerdi? Gece çöpü çıkarmasınlar da napsınlardı, sabahın 5inde geçen çöp arabasını mı yakalamaya çalışsınlardı? 

İnsanları bilinçsiz diye suçlayıp, Avrupa ülkelerinin temiz sokaklarını ve iyi çalışan sistemlerini "adamlar yapıyo yeaaa" diye övmek yerine, sistemi güzel oturtup, insanları bilgilendirmek lazım. Tabi öncelikle buna niyetli olmak lazım.


Not: Türkiye'deki çöp toplama sistemiyle ilgli daha önce ufak bi şikayette bulunmuşum bu blogta. O yazı için de buradan buyrun.









17 Kasım 2015

YAKIN GEÇMİŞTEKİ ÖLÜMLERİN KRONOLOJİSİ

Bu yazıda, Türkiye'de ve Dünya'da son zamanlarda gerçekleşen, insan kaynaklı ölümleri ve bunlarla ilintili olayları toplamaya çalışacağım. Kime ne faydası olacak bilmiyorum ama kronolojik bir sıralamaya ihtiyaç duyduğumu fark ettim. "Kim önce öldürdü?" sorusunun cevabı çok önemli değil elbette. Fakat gündemin hızına yetişemiyorum. Bu yüzden daha çabuk unutuyorum her şeyi. Tek çözümüm, kendi oluşturduğum kronolojiyi her daim elimin altında bulundurmak. Dolayısıyla -başlangıcı ve ortaları da dahil olmak üzere- sürekli güncellenecek bu sayfa ve son güncelleme tarihi yazının en altına not düşülecek. Gözümden kaçanlar veya yanlışlarım olacaktır, uyarırsanız sevinerek eklerim.


8 Eylül 2015: 
- Kırşehir- MHP'nin düzenlediği Teröre Lanet Yürüyüşü'nde bir grup, HDP il binasındaki levhayı indirip yerine Türk bayrağı astı. 150 kişilik bir grup HDP Belediye Başkan Adayı Eşref Odabaşı'nın sahibi olduğu Gül Kitabevi'ni yaktı. Sonra Diyarbakırlı bir ailenin 4 dükkanını ve oturdukları apartmanı ateşe verdiler. Polis gruba müdahale etmedi. Sonra kamera görüntüleri yayınlandı ve 16 saldırgan hakkında dava açıldı. Kaynak 1

14 Eylül 2015:
- Şırnak-Cizre Belediyesi Eş Başkanı Leyla İmret bir röportajda sarf ettiği "Barış da olursa Cizre’den başlayacak, savaş da olursa Cizre’den başlayacak. Türkiye’de bir iç savaşın olduğunu söyleyebiliriz" sözlerinden dolayı görevden alındı. Kaynak1

28 Eylül 2015:
- Şırnak-Silopi'de Latife Tutuk (23) askerlerce öldürüldü. Kaynak 1

1 Ekim 2015:
- Ahmet Hakan, İstanbul'da evinin önünde 4 kişi tarafından darp edildi. Yakalanıp serbest bırakıldılar. AKP üyesi oldukları anlaşıldı, partiden ihraç edildiler. Kaynak1

2 Ekim 2015:
- Şırnak-Merkez'de Hacı Lokman Birlik özel harekat timleri tarafından öldürüldü, aracın arkasında sürüklendi. Kaynak 1 , Kaynak 2

10 Ekim 2015:
- Ankara Tren Garı önünde yapılan barış eyleminde 2 canlı bomba sebebiyle 100 eylemci öldü. Kaynak 1

18 Ekim 2015:
- İstanbul-Küçükarmutlu'da Dilek Doğan canlı bomba olduğu gerekçesiyle evinde basıldı ve polis tarafından vuruldu, 25 Ekim'de öldü. Kaynak 1
- Mardin-Kızıltepe'deyapılan Ankara Katliamı protestosunda 2 eylemci vuruldu. Ahmet Ünal 2 Kasım'da öldü. Kaynak 1

26 Ekim 2015:
- Diyarbakır'da Işid'e yönelik operasyonda 7 Işidli öldü, 17 kişi gözaltına alındı. Kaynak 1
- Davutoğlu, "PYD, Fırat'ın batısına geçerse vururuz, 2 kere de vurduk" dedi. Kaynak1
- CHP Genel Merkezi önünde bir araçtan 5 el ateş edildi. Kaynak1 Kaynak2

27 Ekim 2015: 
- Demirtaş, Davutoğlu'na "YPG Fırat'ın batısına geçecek, sen de mal mal bakacaksın.. Orada Işid dururken PYD'yi vurmak Davutoğlu için utançtır" diye karşılık verdi. Kaynak1

28 Ekim 2015:
- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Katliamı soruşturmasının sonuçlarını açıkladı. Antep merkezli bir örgütün Işid'ten talimat alarak Türkiye genelinde eylem planladığı anlaşılıyormuş. Mersin ve Adana'daki HDP saldırılarını, Suruçtaki ve HDP Diyarbakır mitingindeki bombalamaları gerçekleştirdiği yönünde deliller de varmış. Amaçları istikrarı bozup, seçim sonrası hükümetin kurulmasını engellemek, saldırıyı hükümetin yaptığı algısının yayılması ve PKK'nın eylemlerinin meşru görülmesiymiş. Kaynak1

29 Ekim 2015:
- İzmir'de Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube ekibine ateş açıldı. Ateş açan 2 kişiden biri yakalandı. MLKP üyesi olduğu iddia edildi. Kaynak1
- İstanbul-Bağcılar'da helikopter destekli Işid operasyonu yapıldı. Kaynak1

30 Ekim 2015:
- Cumhuriyet Gazetesi'nin İstanbul'daki merkezi ve Ankara ve İzmir bürolarına saldırı ihbarı nedeniyle polis önlem aldı. Kaynak 1
- Gaziantep-Şehitkamil'de polisin durdurmak istediği 21 FN 027 plakalı araçtan Işid'li olduğu belirtilen 2 kişi polise el bombası attı. Yakalandılar ve araçlarında patlayıcı bulundu. Kaynak 1
- Şanlıurfa'da Suriyeli 2 gazeteci, evlerinde boğazları kesilerek öldürüldü. Işid 2 Kasım'da cinayetleri üstlendi. Kaynak 1 Kaynak 2
- Hakkari-Şırnak karayolunda yola döşenen patlayıcılar infilak ettirildi. Jandarma yolda mayın araması yaptı. Kaynak 1
- Diyarbakır'daki Işid operasyonunda gözaltına alınan 17 kişiden 8'i tutuklandı, gerisi serbest bırakıldı. Kaynak1

31 Ekim 2015:
- Gaziantep-Şehitkamil'de polise saldıran Işidliler hakkında yayın yasağı getirildi. Kaynak 1

1 Kasım 2015:
- CHP Genel Merkezi önünde bir araçtan havaya 4 el ateş açıldı. Kaynak 1
- Ege Denizi'nde Yunanistan'a doğru giden mülteci teknesi battı, 11 kişi öldü. Kaynak 1
- Türkiye ve koalisyon ülkeleri Kilis'in karşısındaki Harcele Köyü bölgesindeki Işid hedeflerini vurdu. Kaynak 1

2 Kasım 2015:
- AKP sözcüsü Ömer Çelik, "Kamu düzeni sağlanmadan çözüm süreci olmaz," dedi. Kaynak 1

3 Kasım 2015:
- Hakkari-Yüksekova-cumhuriyet Mh.'nde polis-YDG-H arası çatışmada 2 kişi öldü (Çetin Dara (20), Doğan Doğma (18)). Polis, daha önce kurulan hendekler ve barikatlar için gitmiş. Devlet, gençlerin terörist olduğunu savundu. Kaynak 1 Kaynak 2 Kaynak 3
- Diyarbakır-Silvan'da sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Müslüm Tayyar (22) ve Sertip Polat (20), asker tarafından öldürüldü. Kaynak 1
- HDP, HDK, DBP ve DTK eşbaşkanları, KCK'nın başlattığı tek taraflı ateşkese hükümetin de operasyonları durdurarak karşılık vermesi ve barış sürecinin yeniden başlaması gerektiğini belirttiler. Kaynak 1
- Siirt Halk Meclisi özyönetim ilan etti. Kaynak 1
- Mardin-Mazıdağı Belediye Eş Başkanı Ali Özkan ve 4 kişi daha gözaltına alındı. Kaynak 1
- Mardin-Nusaybin'de ev baskınları ile 6 kişi gözaltına alındı. Kaynak 1
- Hakkari-Yüksekova ve Irak Kürdistanı'ndaki bazı PKK bölgelerine dün geceden itibaren hava harekatı düzenlendi. Kaynak 1
- Başbakan Yrd Yalçın Akdoğan, "PKK Türkiye'yi terk etmeli" dedi. Kaynak 1

4 Kasım 2015:
- Erdoğan, "PKK'nın tüm üyeleri teslim olana veya yurtdışına çıkana kadar, silahları gömene kadar mücadelemiz devam edecek" açıklaması yaptı. Kaynak 1
- Hakkari-Yüksekova'daki çatışmada 2 asker, 15 PKKlı öldü. Kaynak 1
- Diyarbakır-Silvan'da Engin Gezici (24) ve İsmet Gezici (55) asker tarafından öldürüldü. Kaynak 1
- Güvenlik Toplantısı'ndan PKK'ya yönelik operasyonlara devam kararı çıktı. Kaynak 1
- Diyarbakır-Lice ve Hani'de sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Kaynak 1
- Siirt-Eruh vePervari ilçelerinde 4 bölge, 6-20 Kasım tarihleri arası için özel güvenlik bölgesi ilan edildi. Kaynak 1
- Dışişleri Bakanı Sinirlioğlu, Erbil'de, Irak Kürdistan Bölgesi Başbakanı Barzani ile PKK operasyonları ve Kürdistan bölgesi hakkında görüştü. Kaynak 1
- İstanbul-Sultangazi'de Terörle Mücadele çeşitli evlere baskın yaptı. Kaynak 1

5 Kasım 2015:
- KCK, Erdoğan'ın açıklamasına binaen "Tek taraflı eylemsizliğe son veriyoruz" açıklaması yaptı. Kaynak 1
- Diyarbakır-Silvan'da 3 Kasım'dan beri sokağa çıkma yasağı var. Tekel, Mescit, Konak mahalleleri. 1 polis öldü (Necmi Çakır). Kaynak 1
- Diyarbakır-Dicle'de çıkan çatışmada 1 asker (Beytulah Tercan), 1 PKKlı öldü. Bazı bölgelerde 05:00'dan itibaren sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Kaynak 1
- Demirtaş, 30 Ekim'de HDP İstanbul Merkez Binası'na canlı bomba ihbarı yapıldığını binayı boşalttıklarını söyledi. Kaynak 1
- ABD, "Artık YPG'ye değil Arapların başını çektiği Suriyeli muhaliflere silah vereceğiz", diye açıkladı. Kaynak 1
- Şırnak-Gabar Dağı'na operasyon başladı. Dicle'de operasyon genişletildi. Kaynak 1
- İstanbul-Galata Kulesi dibinde içki içenlere bir grup tekbir getirerek saldırdı. Kaynak 1
- Diyarbakır-Dicle'nin bazı bölgelerinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Kaynak 1
- Elazığ-Arıcak'ın bazı bölgelerinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Kaynak 1
- Dışişleri Bakanı Sinirlioğlu, "Önümüzdeki günlerde Işid'e yönelik operasyon planımız var," dedi. Kaynak 1
- Diyarbakır-Lice ve Hani'de dün akşam ilan edilen sokağa çıkma yasağı kaldırıldı. Kaynak 1

6 Kasım 2015:
- Diyarbakır-Silvan'daki sokağa çıkma yasağı sırasında evinde bulunan Mukaddes Arbağ roketatar sebebiyle yaralandı. Kaynak 1 (5 Kasım?), Kaynak 2
- Diyarbakır-Sur'da Silvan protestoları esnasında 17 yaşındaki bir çocuk vuruldu. Kaynak 1
- Mardin-Mazıdağı Belediye Eş Başkanı Ali Özkan ve 10 kişi daha örgüt üyesi olmak suçundan gözaltına alındı, 9'u tutuklandı. Kaynak 1
- Şırnak-Cizre'de adliyeye roketatarlı saldırı gerçekleşti, polis karşılık verdi. Kaynak 1
- HDP Hakkari Milletvekili Selma Irmak "AKP eylemsizliğin sona ermesi için elinden geleni yaptı" dedi. Kaynak 1
- Antalya'da yapılan Işid operasyonunda 20 kişi gözaltına alındı. G20 öncesi hazırlık. Kaynak 1

7 Kasım 2015:
- Diyarbakır-Sur'da Silvan protestoları sırasında polisin ateş etmesi üzerine Ferhat Doğru öldü. Kaynak 1
- Siirt'te 10 Kasım 2012'de düşen askeri helikopterin askeri soruşturması bitti, takipsizlik kararı verildi. Avukat itiraz edeceğini açıkladı. 17 asker ölmüştü. Kaynak 1
- İmralı Heyeti, Öcalan hakkında çıkan PKK ve HDP'yi eleştirdiği yönündeki haberlerin asılsız ve algı yönetimi amaçlı olduğunu belirtti. Kaynak 1
- Diyarbakır-Silvan'da Adnan Bakır ağır yaralandı. Kaynak 1
- Diyarbakır-Dicle'de 5 Kasım'da başlatılan sokağa çıkma yasağı kaldırıldı. Kaynak 1

8 Kasım 2015:
- Diyarbakır-Silvan'da evine havan topu isabet eden Mehmet Emin Çiçek (70) yaralandı. Kaynak 1 , Kaynak 2
- Mardin-Nusaybin'de polis araçlarının geçişi sırasında patlama oldu, yaralılar var. Kaynak 1
- Hakkari-Şemdinli'de gözaltına alınan N.U. ile Urfa-Ceylanpınar'da gözaltına alınan Hasan Aydın'ın emniyette işkence gördüğü iddia edildi. Kaynak 1
- İstanbul-Gaziosmanpaşa'da polisin durdurmak istediği bir araçtan ateş açıldı, polisler yaralandı. Kaynak 1

9 Kasım 2015:
- Diyarbakır-Silvan'daki sokağa çıkma yasağı olmayan bir mahallede çatışmada taksi şoförü Mehmet Gündüz (45) öldü. Kaynak 1 , Kaynak 2
- Diyarbakır-Silvan'da sokağa çıkma yasağı olan Tekel Mahallesi'nde Yakup Sinbağ (20) özel harekat timleri tarafından öldürüldü. Kaynak 1 , Kaynak 2

10 Kasım 2015:
- Diyarbakır-Silvan'da bir asker tankın altında kalarak öldü (Bahri Çarman (26)). Kaynak 1 , Kaynak 2
- Diyarbakır-Silvan'ın Bağdere mevkisinde askeri araç geçişi sırasında patlama oldu, yaralı askerler var. Yol kapatıldı, helikopterli operasyon başlatıldı. Kaynak 1
- Konya'da El Nusra operasyonunda 18 kişi gözaltına alındı. Kaynak 1
- Hakkari-Yüksekova'da askeri konvoya ateş açıldı, 1 asker öldü. Kaynak 1
- AB Avrupa Komisyonu Türkiye İlerleme Raporu'nu açıkladı, PKK ile tekrar görüşmelere başlanması ve Ankara Katliamı ile ilgili araştırmaların hızlı ve şeffaf olması gerektiğini belirtti. Kaynak 1

11 Kasım 2015:
- Çanakkale açıklarında mülteci teknesi battı. 14 ölü, 27 kişi yaşıyor. Kaynak 1
- Şırnak-Silopi'de yola döşenen patlayıcıyla 3 polis öldü (Hilmi Bardakçı (41), Hasan Aslan (34), Sabri Altınbaş (33)). Kaynak 1
- Diyarbakır-Silvan'da sokağa çıkma yasağında 9. gün. Çatışmada 1 asker, 5 PKKlı öldü. Kaynak 1
- Hakkari'de Valilik pek çok bölgeyi 25 Kasım'a kadar özel güvenlik bölgesi ilan etti. Vatandaşın bu bölgelere izinsiz olarak girmesi yasaklandı. Kaynak 1
- Mardin-Dargeçit'te patlayıcı yüklü aracın uzaktan patlatılması sebebiyle 1 işçi öldü. Kaynak 1 , Kaynak 2

12 Kasım 2015:
- Şırnak-Silopi'de Şehit Harun Mahallesi'nde askerin attığı bir bomba atar ile Fatma Yiğit öldü. Kaynak 1
- Şırnak-Silopi'deki çatışmada PKK'lı Kadri Senar öldü. Kaynak 1
- Şırnak-Silopi'deki çatışmada bir kişi öldü (Kadri Sencer (19)). Öldürüldükten sonra arabanın arkasında sürüklendiği iddiası var. Kaynak 1 (Kadri Senar ile Kadri Sencer aynı kişi mi, bilmiyorum.)
- Diyarbakır-Silvan'da sokağa çıkma yasağının 10. gününde  Süleyman Güleç öldürüldü. Kaynak 1
- İstanbul'da yapılan Işid operasyonunda 11 kişi gözaltına alındı. Kaynak 1

13 Kasım 2015: 
- 21:40 Paris'te Işid saldırısı. Toplam en az 129 ölü. Kaynak 1
- Mardin-Nusaybin'de 21:00'dan itibaren süresiz sokağa çıkma yasağı başladı. Bazı mahallelerde kazılan hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması amacıyla. Daha önce 1-7 Ekim'de yasak vardı. Kaynak 1
- Diyarbakır-Lice'de yoldaki mayınların patlatılması sebebiyle 2 asler öldü. Kaynak 1
- Van-Erciş'te çıkan çatışmada 1 asker öldü. Kaynak 1
- Davutoğlu, "Silvan'da operasyon sürecek" dedi. Kaynak 1
- Peşmerge, Işid işgali altındaki Şengal'i ele geçirdi. Kaynak1

14 Kasım 2015:
- Silvan'daki sokağa çıkma yasağı 13.gününde kaldırıldı. "T.C. ne derse o olur" benzeri duvar yazıları kaldı. Kaynak 1 , Kaynak 2
- Konya'daki El Nusra operasyonuyla gözaltına alınan 18 kişinin tamamı serbest bırakıldı. 2'si gözaltına alındığı gün bırakılmıştı, 16'sı da bugün tutuksuz yargılanmak üzere bırakıldılar. Kaynak 1

15 Kasım 2015:
- Mardin-Nusaybin'de sokağa çıkma yasağında 3. gün. Selamet Yeşilmen (44), evinin önünde polis tarafından öldürüldü, 2 çocuğu yaralandı. Kaynak 1 , Kaynak 2

16 Kasım 2015:
- Diyarbakır-Silvan'da sokağa çıkma yasağı esnasında 5 Kasım'da yaralanan Rıdvan Us, bugün öldü. Son yasakta toplamda 8 kişi öldü. Kaynak 1
- Putin, G20'de Işid'in G20 ülkelerinden de finansal destek aldığını, yine de hala koalisyonla terörü yenebileceklerini söyledi. Kaynak1
- Dışilişkileri Bakanı Sinirlioğlu Esad'ın yeni hükümette seçime giremeyeceğini, görevden ayrılacağını söyledi. Kaynak1
- HDP, 1 Kasım Seçimlerinin iptali için YSK'ya başvurdu. Kaynak1
- Mardin-Nusaybin'de kalp krizi geçiren Abdulkadir Yılmaz (65), yolların kapalı olması ve doktorsuzluk sebebiyle hastaneye geç ulaştırıldı ve öldü. Kaynak1
- G20 sonucu Terörizmle Mücadele Hakkında G20 Bildirisi yayınlandı. Güzel bir laf salatası için: Kaynak1

17 Kasım 2015:
- Anonymous, yayınladığı bir videoyla Işid'i tehdit etti. Kaynak 1
- ABD Dışişleri Bakanı Kerry, Suriye'nin kuzeyinde, Türkiye ile birlikte Işid'e yönelik operasyon başlatacaklarını söyledi. Kaynak1
- İngiltere Başbakanı Cameron , Işid'e yönelik hava saldırısı başlatacağını, parlamentonun bu yönde çalışmasını istediini bildirdi. Kaynak1
- Putin Akdeniz'deki Rus donanmasına, Işid'e karşı Fransız donanmasıyla müttefik gibi çalışmalarını emretti. Rusya Işid'e havadan denizden saldırıyor.  Kaynak1
- Fransa, tek uçak gemisi Charles de Gaulle'ü Akdeniz'e göndereceğini açıklamıştı. Kaynak1
- TBMM yemin töreninde Leyla Zana "Türk Milleti" yerine "Türkiye Milleti" dedi, yemini geçersiz sayıldı. Kaynak1
- HDK (Halkların Demokratik Kongresi), YK toplantısı sonuç bildirgesinde, özyönetim taleplerinin meşru olduğunu belirtti. Kaynak1
- Kilis- TSK, Suriye'den Türkiye'ye yasadışı olarak geçmeye çalışan 1 Işidlinin öldüğünü, 9'u çocuk 21 kişinin gözaltına alındığını bildirdi. Kaynak1 Kaynak2
- Kars'ta terör örgütüne yardım ve yataklık suçundan 11 kişi gözaltına alındı. Kaynak1

18 Kasım 2015:
- Uluslararası Af Örgütü, yayınladığı bir raporda AB'nin dış sınırlarına şimdiye kadar 175 milyon Euro'yu aşan maaliyetle 235km'den fazla tel örgü diktiğini bildirdi. Kaynak1
- İçişleri Bakanlığı Silvan'da güvenlik güçlerinin yazdığı duvar yazıları hakkında inceleme başlattı. Kaynak1
- Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, ülkedeki OHAL durumunu 3 ay daha uzatmak istediğini, haftaya Putin ve Obama ile görüşüp Işid'e karşı daha geniş kapsamlı bir koalisyon oluşturmaları gerektiğini söyleyeceğini belirtti. Kaynak1
- TBMM yemin töreninde Leyla Zana'nın kabul edilmeyen sözleri meclis tutanağına "X" diye geçti. Kaynak1
- Davutoğlu, "BM görevini yapmadığı için" Suriye ve mülteci sorunlarının olduğunu, Yunanistan ve Türkiye'ye suçun ve telafi görevinin yüklenmemesi gerektiğini söyledi. Kaynak1
- İstanbul-Atatürk Havalimanı'nda Almanya'ya geçmek isteyen 8 Faslı Işidli olduğu gerekçesiyle gözaltına alındı. Kaynak1
- Atlantik Okyanusu'nda Afrikalı mülteci botu battı, 20 kişi kurtarıldı, yaklaşık 20 kişi aranıyor. Kaynak1
- Şırnak-Cizre'de görevden alınan Belediye Eş Başkanı Leyla İmret, gözaltına alındı. Kaynak1
- Bodrum-Turgutreis açıklarında mülteci botu battı, 5 kişi kurtarıldı. Kaynak1

19 Kasım 2015: 
- Suriye-Rojava'da Işid'e karşı savaşırken ölen Aziz Güler'in cesedinin Türkiye'ye geçişine izin verildi. Kaynak1

20 Kasım 2015:
- Suriye-Der Zor- Rusya, yaptığı operasyonda 600'den fazla Işid militanını öldürdüklerini açıkladı. Kaynak1
- Davutoğlu, Rusya'nın Türkmen köylerine de operasyon yaptığını, durmasını söyledi. Kaynak1
- Hatay'da yapılan operasyonda yaklaşık 11 milyon uyuşturucu hap ele geçirildi. Suriye'de üretilen uyuşturucuların Türkiye üzerinden dağıtımı yapıldığı belirtildi. Kaynak1

21 Kasım 2015:
- Hatay Valisi Ercan Topaca 1500 Türkmen'in Suriye-Bayırbucak'tan kaçıp Türkiye sınırına geldiğini söyledi. Kaynak1 Kaynak2

22 Kasım 2015:
- Almanya Dışişleri Bakanı Steinmeier, Suriye Ordusu, Özgür Suriye Ordusu ve ılımlı milis gruplarının, Işid'e karşı olan tüm grupların artık birbirlerini yıpratmak yerine birlikte hareket etmesi gerektiğini söyledi. Kaynak1
- Bodrum-Turgutreis'te batan mülteci botundan 4 yaşında bir çocuk cesedi bugün kayalıklara vurdu.
Kaynak1
- Belçika-Brüksel'deki Radisson Blu Otel terör nedeniyle kuşatma altına alındı. 16 kişi gözaltına alındı. Kaynak1 Kaynak2 Kaynak3
- Mardin-Nusaybin'de sokağa çıkma yasağının 10. günü. 2 kişi(Müzeyyen Kızıl, Vedat Ay) yaralandı. Kaynak1

23 Kasım 2015:
- Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, Işid'e karşı daha etkili mücadele etmek için liderlerle görüşmeye başladı. İlk görüşme İngiltere Başbakanı Cameron ileydi. Cameron İngiltere'nin destek olacağını söyledi. Kaynak1
- İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün raporuna göre, Türkiye, Suriyelilere sınırı neredeyse tamamen kapattı. Kaynak1
- HDPli Müslüm Doğan, Leyla Zana'nın gündemi yemin ile işgal etmemesi gerektiğini söyledi. Kaynak1
- Davutoğlu, Rusya'nın Işid'i değil, Türkmenleri hedef aldığını, masum sivilleri öldürdüğünü, konunun BM Güvenlik Konseyi'nde konuşulması gerektiğini söyledi. Kaynak1
- Rusya, İran'a silah göndereceğini, ambargonun kalktığını açıkladı. Kaynak1
- Rus füzeleri Ortadoğunun kuzeyinde hava trafiğini aksattı. Kaynak1
- Kırım'da elektrik şebekelerine saldırı düzenlendi, enerji yetersizliğinden dolayı tatil ilan edildi. Sorumlu belli değil. Kaynak1
- Diyarbakır Valiliği Demirtaş'ın arabasında kurşun izi olmadığını açıkladı. Kaynak1
- Diyarbakır-Silvan'da sokağa çıkma yasağı süresince çıkan çatışmalarda 5 Kasım'da yaralanan polis Enis Kırımlı bugün öldü. Kaynak1
- Diyarbakır-Lice'de dün operasyondan dönen askeri aracın devrilmesi sonucu 1 asker öldü. Kaynak1
- Hakkari-Yüksekova'da 20 Kasım'da ilan edilen sokağa çıkma yasağı kaldırıldı. Operasyonlarda Mehmet Reşit Arıcı ile Naim Nuyan isimli iki kişi öldü. Kaynak1
- ABD-New Orleans'ta bir parkta bazı kişiler kalabalığa ateş açtı. Yaralılar var. Kaynak1
- Şırnak-Cizre'de protestolar esnasında yaralanan Rafet Aşut (23) bugün öldü. Kaynak1
- Muş-Varto'da askeri araç geçerken patlama oldu, operasyon başlatıldı. Kaynak1

25 Kasım 2015:
- Işid, bir video ile Fransa'yı ve Fransa Cumhurbaşkanı'nı tehdit etti. Kaynak1
- Rusya Başbakanı Medvedev, Türkiye'nin Rus uçağını düşürmesinin, Türkiye'nin Işid'in yanında yer aldığını gösterdiğini, Türkiye ile bazı ortak projelerin iptal edilebileceğini söyledi. Kaynak1
- Çin, Türkiye-Rusya geriliminde henüz pek çok ayrıntının açıklığa kavuşturulmadığını, teröre karşı birlik olmak gerektiğini söyledi. Kaynak1
- Putin, Bir uçağımız daha düşerse tepki göstereceğiz, dedi. Kaynak1
- Rusya, Türkiye'nin vurduğu uçaktaki ikinci pilotun Rus üssüne yaralı ulaştığını, diğer pilotunsa karadaki cihatçılar tarafından öldürüldüğünü bildirdi. Kaynak1

26 Kasım 2015:
- Işid'ten kurtulan 9 yaşındaki Ezidi kızın hamile olduğu belirtildi. Kaynak1
- Işid, Tunus'taki saldırıyı üstlendi. Kaynak1
- İran Cumhurbaşkanı Ruhani, bölgedeki gerginliğin Rus uçağını düşüren Türkiye'den kaynaklandığını söyledi. Kaynak1


Son güncelleme: 26 Kasım 2015



06 Eylül 2015

cinsiyetsiz kadınlık üzerine filmler

Bir amerikan filmi: obvious child.
Ve bir italyan filmi: pane e tulipani.

İkisi de romantik komedi kategorisinde ama ikisi de bildiğimiz hollywood romantik komedilerinden değil. Dışarıda kar yağarken, sıcak çikolatanı/kahveni alıp, bikaç kız arkadaşınla battaniyenin altına doluşup romantik sahnelerde “ayyyyyy” diye sırnaşabileceğin filmlerden değil. Tabi biraz da dondurma ekleyebilirz bu sahneye veya çikolata. Rengarenk pijama takımları içinde, rengarenk döşenmiş odalarında ne hikmetse sivilcesiz ama büluğ çağında kızlar... Kısacası hey girl dergilerinde pijama partisinde yapılacaklar veya ayrılığı atlatmak için yapılacaklar listesinde yer almayacak türden filmler bunlar.

Bunlar daha çok özgürlük derdine düşmüş, karakterini oturtmaya çalışırken acı çeken, 20-30 yaş arası genç kadınların kendilerine yardım etmelerini umdukları türden filmler. Yaş sınırı koymayalım, daha büyükler için de geçerli olabilir. Hayatının ellerinden kayıp gittiğini, “ben sadece ben olmak istiyorum” derken topluma uyum sağlamakta zorlandığını, uyum sağladığı anda kendisinden vazgeçtiğini ama uyum sağlamak istediğini, yoksa yalnız kalacağını ve yalnızlığı göze alamadığını, bu yüzden kendisine kızdığını hisseden kadınlar için.


Obvious child'daki kadın 30a yakın yaşlarda bir stand-upçı. Vajinal akıntısının külodunu kirlettiğinden, osurduğundan, geğirdiğinden, insani fiziksel kusurlarından ve hayatındaki diğer boktanlıklardan bahsedebilen, sahnede içi-dışı bir olabilen, bu yüzden komik olduğu düşünülen bir kadın. Terk edilmenin acısını dibine kadar yaşayan, acısı esnasında yanından ayrılmayacak kadar değerli bir dostu olan kadın. Kuklacı babasına gidip terk edilmenin acısını anlatan, teselli bulurken gülümseyen, ağlayan bir kadın. Annesiyle çok da iyi anlaşamamanın verdiği acıyı deriinden hisseden bir kadın. Geleceği üzerine düşünmek istemeyen, büyümek istemeyen, çocuk kalan, acı çekerken bile şebeklik yapmadan duramayan bir kadın.


Pane e tulipani'deki güzel gülüşlü kadın ise 40lı yaşlarında bir ev hanımı. 18 yaşına yakın iki oğlu var. Akrabalarıyla birlikte bir tura katılıyorlar. Bu geniş aile, bir dinlenme tesisinde kahramanımızı bırakıp gidiyor. Çekirdek ailesinden dahi hiç kimse fark etmiyor yokluğunu. Kadının kafasına dank ediyor. Onlarla tekrar buluşmaya ve azarlamaları, dalga geçmeleri göze almak yerine eve dönmek üzere otostop çekiyor. Ve gülümsemeye başlıyor. Özgürlük gülümsetiyor kadını. Gezmek istiyor, tek başına olmak. Venedik'e gidiyor. Cüzdanındaki paranın yettiği kadar pansiyonda kalıyor. Hergün eve dönme planı yapıyor fakat sonra vazgeçiyor. Yaşlı bir anarşist çiçekçinin yanında çalışmaya başlıyor. Tanımadığı kibar bir adamın evinde kalıyor. Bir masör komşu ediniyor.yeni arkadaşları oluyor kısacası. Zorunlu akraba ilişkilerinin yerine, içinin ısındığı yeni dostlar ediniyor. Akordeon çalıyor küçüklüğünden beri ilk kez. Şehrin, para kazanmanın, çiçeklerle uğraşmanın, müziğin, yeniliklerin keyfini çıkartıyor. Tabi bu esnada kocası kuduruyor. Kadın umursamıyor. Sakince gülümsüyor her şeye. Sessizce serpilip büyüyen aşkı gözlemliyor.

Geleceği düşünmüyor mu? Bu hayatının ne kadar süreceğini, illa ki dönmesi gerekeceğini, döndüğünde o eski hayatında mutsuz olacağını düşünmüyor mu? Bilmiyoruz, düşünüyorsa da bize göstermiyor.

Bu tür filmlerin güzelliği buradadır: Tam anlamıyla loser olsa da karakter, güzel şeyler de vardır hayatında. Sakar, pasaklı, patavatsız, terk edilmiş, ailesiyle arası kötü, işlerde hatta insan ilişkilerinde başarısız olabilir ama akşamları bunları konuşup dalga geçebileceği arkadaşları vardır. Kendisiyle, yaşadıklarıyla, acılarıyla dalga geçer, sarhoş olur. Gidip bi dostunun koynunda uyur sonra. İçine kapanmaz. Kapansa bile gelip zorla çıkartacak arkadaşları vardır. Halbuki gerçek hayatta pek çok insan kendi başına atlatır but tür acıları, hatta atlatamaz. Yepyeni bir gün, yepyeni sürprizlerle dolu değildir. Kişi başkalarının yardımıyla yeniden doğmaz, kendi kendine yapmalıdır. Kısacası ne kadar gerçekçi olursa olsun, ne kadar hitap ettiği kitle teenage değil olgunlaşma çabasındaki kadınlar olursa olsun, gerçek hayat daha acımasızdır.

Ne var ki bu tür filmlere de ihtiyacımız var. “Onlar ermiş muradına” minvalinden bir mutlu son olmasa da, bizi tatmin edecek bir son isteriz. Yalnız ama kendiyle barışmış olmalıdır başkahramanımız. Ya da sevdiğiyle birlikte ama kendiyle barışmış olmalıdır. Önemli olan, kendisini sevdiğini, toplum karşısında ayakta kalabildiğini görmemizdir. Gökten üç elma düştüyse, bir başkahramanımıza, diğeri filmde onu asla yalnız bırakmayan dostlarına, üçüncüsü de seyircisine gider. Aşkına değil.



02 Eylül 2015

biri bizi gözetliyor

bu sıralar çok kullanılan bir dergi kapağı tasarım modası var, sanırım şöyle gelişiyor olaylar: dosya konun tanınmış bir sima olsun. bu simanın öyle bir görselini hazırla ki, kapağın yarısını kaplasın. o kişinin ünlü bir fotoğrafını andırsın bu görsel. görseli mümkünse doğrudan fotoğraf olarak koyma okuyucunun önüne, pastel/kuru/sulu boya görünümlü bir hale getir, kıpır kıpır olsun, daha samimi olsun.

misal ot dergisi:
  

ot'un kimi sayılarında büyük bi görselin yanında yazılar var, kimilerinde birden fazla kişinin fotoğrafı veya çizimi bir şekilde kapağa yerleştirilmiş. genelde biri daha ön planda.ve diğerleri:





notos'ta görebileceğimiz gibi, sadece yeniyetme dergilerde değil, üstadlarda da varmış demek ki bu kör göze parmak sokan kapak tasarımı. örnekler çoğaltılabilir muhtemelen. iyi/kötü, güzel/çirkin, işlevli/işlevsiz diye yorum yapacak kadar anlamıyorum dergi işinden. arada bir satın alan gevşek bir okurum.

bu tip görsellerin bizi nasıl etkilediğini merak ediyorum. okurun gözünün içine bakan bir yaşar kemal, nedendir bilmem, rahatsız ediyor beni. kollarını kavuşturup hesap soran sylvia plath, dergiyi almazsam kızacak sanki bana! ya da oğuz atay... bu kadar sevdiğim adamın kapak olduğu bir dergiyi almak zorundayım adeta. çok sevdiğin bir arkadaşının düğününe gitmemek gibi bir şey olur almamak. halbuki o arkadaşla oturup bira içmeyi seviyorsundur, ankara havasında göbek atmayı değil.

bu dergiler, yüzüme dik dik bakan insanların verdiği rahatsızlığı veriyor bana. raflardan uzanıp zorla çantama gireceklermiş gibi hissediyorum. reklam panosuna dönüşüveriyor sanki sevdiğim insanlar. daha çok dikkat çekebilmek için olabildiğince daha fazla belertilmiş  çifter çifter gözler. oğuz ataylar, ahmet kayalar, nejat işlerler, birbirlerinin yakasını paçasını çekiştirip öne çıkmak istiyorlar. o güzel insanlar, durup arkalarına bakmayan birer zombi oluyorlar.

ne kadar çok sevsem de, gözümün içine bakan, beni mağaza içinde takip eden bir oğuz atay istemiyorum sanırım hayatımda. beni anlasın, beni yazsın, başkalarını anlamamı sağlasın, vicdan azaplarımı, utançlarımı hatırlatsın bana ama gözleriyle değil, yazdıklarıyla yapsın bunu. benimle bu şekilde iletişime geçmesin yeter ki.

bir insanın görselini kurcalamak yerine, dikkat çekici başka bir kapak tasarlamak çok mu zor ya da çok mu düşürür satışları? dosya konusu oğuz atay olsa bile, o'nun bana dik dik bakmasından başka bir çözüm yolu yok mudur?