30 Nisan 2020

Karantina Çelıncı Final - 37 (Ben devam ediyorum)

Merhabalar  sevgili insanlık,

Çelıncın son günü.

Mart 2020'nin sonlarına doğru, Korona Türkiye'de de yayılmaya başlamışken düzenli blog yazmak için bi bahane olsun diye bi çelınc atmıştım ortaya. Bitiş tarihini kafadan salladım, Nisan sonu olsun dedim. Bu kadar çabuk geçeceğini düşünmemiştim. Bence çok iyi oldu. Pek çok kez bikaç günü bi arada yazdığım da oldu ama sıkıntı etmemeye çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü takmıycam takmıycam dememe rağmen illaki az biraz kafama taktım. Ama bu sıkıntı bile hiç yazmamaktan iyi geldi bana.

İnsan ilişkilerinin farklı farklı boyutları var. Blogda tanıştığım insanlarla kurduğum ilişki de bence çok kıymetli, hatta benim karakterime en uygun ilişki yöntemi bile diyebilirim belki biraz abartarak. Bu son bir ayda yeni bloglar tanıdım. Güzel oldu bence. Düzenli olarak okumaya çalıştım çelınca katılan herkesin yazılarını. Bir sürü şey öğrendim. Karantinada oyalanmalık izlemelik okumalık önerilere kulak verdim. Instagram'daki gibi bilgi bombardımanına da maruz kalmadım, o yüzden kaynakları sindire sindire kurcalama şansım oldu.

Sanırım en sevdiğim sosyal medya mecrası hala blog dünyası. Çok daha yavaş ve derinlemesine ilerliyor her şey, paylaşımlar, yorumlar, takip etmeler, edilmeler.

Kısacası benim hala yazasım var. Bu yüzden kendimi ve isteyen herkesi haftada en az bir yazı yayınlamaya davet ediyorum tekrar. Çelınca devam. Zaten takip ettiğim kişilerde de benzer şeyleri hissediyorum, sanki herkese iyi geliyor bu sıralar gelip bi köşede üç beş kelime bir şey yazmak. Dolayısıyla çelınc olsa da olmasa da herkes yazmaya devam edecek gibi hissediyorum. O yüzden, yeni katılanlar olur mu bilmem ama olsun olmasın, ben bi süre daha buralarda olacağım düzenli olarak, isteyen olursa beklerim, buyrun gelin. Ben haftada en az iki kez diye bi hedef koydum kendime ama daha kapsayıcı olsun diye minimum haftada bir kez diye genelleyeyim dedim.

Özetle: 
Yeni çelınc başlamıştır. Yazmalara doyamayanlar ama birazcık dürtme, az biraz motivasyon bekleyenler için gelsin: Mayıs sonuna kadar, haftada en az bir yazı yayınlamak isteyenler, buyrun gelin. Aşağıda yorumlarda belirtirseniz yine bi liste yaparım bu yazının altına. Birbirimizi takip ederiz böylece. 

------

Gelelim bugünün haberlerine:

Ortaoyuncular Yayınları bir videoyla duyurdu: Spotify'da Ferhan Şensoy podcasti yayınlanacak. Soruları şu post'un altında soruyoruz, Mr Şensoy yanıtlıyor. Heycanlandım. Beklemedeyim. Spotify'da tam olarak hangi hesaptan yayınlanacak bilmiyorum, duyunca haber ederim.

Haberler bu kadar. Gereksiz bilgilere geçersek, bugün Instagram reklamlarında çıkan şeylerin çoğunu satın alasım geliyor, bunu fark ettim. Bir ara sütyen nasıl yapılır gibi aramalar yapmıştım internette, o yüzden olsa gerek, en rahat ve sağlıklısı olduğunu iddia eden sütyen reklamları çıkıp duruyor. Hepsi farklı marka, hepsi eski sütyenlerden şikayet ediyorlar (ki bu şikayetlerin aynılarından bende de var) ve ideal sütyene ulaştıklarını savunuyorlar. Bi ara boyun ve sırt ağrımdan bahsetmiştim u.a, az sonra telefonu aldım elime, hop omza takılan, kambur durmayı engelleyen, daha önce hiç görmediğim bi ürünün reklamı. Dinlendiğimizden hiç bu kadar şüphelenmemiştim. Saçma sapan patlamayan balonlar, ev içine asmalık salıncaklar, güneş enerjisiyle çalışan fıskiyeler, ayakları yıkamak ve nasır oluşumunu engellemek için banyo terlikleri... Takip ettiğim hesaplardan çok reklamlara bakıyorum bu aralar. Çok yaratıcı ürünler çıkıyor. Gecenin köründe canlı telefonlu satış yapan televizyon kanalları gibi.

Ha bir de highly sensitive person diye bi kavram ortaya atmış Elaine Aron adında bir klinik psikolog. Onu not ettim bi kenara, inceleyeceğim. Ne kadar güvenilir bir kavram henüz bilmiyorum. Şöyle bir sitesi var: https://hsperson.com/ Bi tane de test koymuşlar siteye, ona kalırsa ben de bir HSPyim. Öyle olsa ne rahatlıycam. Pek çok sorunuma ortak bi ad konmuş olacak ve belki bu sorunlarla barışmam gerekecek, "ay sen de çok kafana takıyosun, alıngansın, asosyalsin" gibi iddialara kapı gibi verecek bi cevabım olacak: "Cnm ksra bkma bn HSPyim de!"

Şaka bi yana böyle psikolojiyle ilgili bi şeylere kafa yormaya başlayınca insan kendine bi ad konulsun istiyor. Kendi kendime teşhis koyacak değilim ama o kadar yazmışlar, az buçuk okumam şart çünkü merak ettim.

Kendi psikolojimi anlama çabasına girdim ya bu ara, anladım ki çok fena derin bi kuyuya girmişim. Bi şey okurken yazar başka bi yerlere referans veriyor, o başka birine, o başka birine... Başlangıçta nerden başlayacağımı bilemezken şimdi okunacak bir sürü kaynak sırada bekliyor. Daha fazla kaynağa başlamadan, yarım kaldıklarımı bitirip diğerlerini kenara not alıyorum. Bi deftere not ediyorum negatif ruh hallerinde uygulanabilecek rahatlama yöntemlerini. Öyle içimin sıkıldığı anlarda akıl edip bu deftere göz atabilirsem, uygulamaya çalışacağım bakalım.

Bir de bi ara yaptığım örgü çiçek küpeyi paylaşayım, KuruksuzKedi'ye söz vermiştim.




Yüzümü paylaşmayayım diye saçma sapan bi şeye dönüştü ilk fotoğraf. Alttaki de en az onun kadar karanlık, tipsiz. Ama sevemedim hala bu fotoğraf çekme işlerini. Gündüz güzel ışıkta aklıma gelmiyor, gelse de üşeniyorum, akşam da ışık kötü diye erteliyorum. Kısacası bununla idare edin. Alttakinde köşeleri kıvrılmasın diye bloklama işlemi yapmaya çalışıyordum. Bilmeyenler için özet geçeyim: Normalde nasıl durması gerekiyorsa öyle sabitledim iğnelerle tutturarak. Sonra ütüyü fişe taktım, 1-2 santim yukarısından buhar üfürttüm. Epey bi süre yaptım bunu, 5-10 dk belki. Sonra yarım saat bekledim, idare edecek kadar düzgün oldu ama çok da sabit değil. 1 gece falan bekletmek daha iyi olabilir.

Çiçeklerin üç yaprağı aynı boyda, biri daha küçük, biri daha da küçük. Yıldızda da aynı şekilde.

İşte böyle, umarım dileyenlere ilham verebilmişimdir.

Selam eder, müsaitseniz ve isterseniz gelecek yazılarda görüşmekler dilerim,
Kanatlı Kedi

Durmak Yok Yazmaya Devam Diyenler: 

Isırgan Otu: http://isirganotu.blogspot.com/
2 Cities 1 Woman : http://2cities1woman.com/
Derya Kuzusu: https://derya-kuzusu.blogspot.com/
Amerika'dan Görüntüler: https://amerikadangoruntuler.blogspot.com/

29 Nisan 2020

Karantina Çelıncı - 36

Selam Dünyalı,

Sondan ikinci gün. Hafiften hüzünlendim. Sanırım yarından sonra da devam edeceğim yazmaya. Her gün olmasa da, haftada bir iki kesin yazarım. Hatta bunu da kendi kendime bi çelınc haline getiresim var. Çok iyi geliyor.

Bugün işten artan ipleri atmaya kıyamadım, şöyle saçma sapan bi şey yaptım:



Bence bu bir balık ama size nasıl görünüyorsa öyle olsun. Umut Sarıkaya usulü çemçük ağızlı bir balık. Akordeon gibi kıvrılıyor. Asınca da hafiften yamuluyor, şekli bozuluyor. Şekli bozulmadan asmanın bi yolunu bulmak lazım. Çeşitli teoriler var aklımda, yoruldum şimdi, yarın pratiğe dökmeye çalışacağım bakalım. Belki uzunlamasına asarım, evet bak çok mantıklı geldi şimdi. Şekli daha bi ortaya çıkar, ekstra malzeme kullanmama da gerek kalmaz.

Sabah Hollanda'nın Trt radyosunu, NPO1'i dinledim epey bi. Çoğu zaman konuyu bile anlamıyorum ama yine de "sen ne düşünüyorsun bu konuda" gibi konuşma cümlelerini sindirmek için iyi bi yöntem. Hem de Hollanda gündeminde neler varmış farkında olmak açısından iyi tabi. Bu saatlerde bu kanalda hep haber olduğu için, kullanılan cümleler de standart: "Şimdi hava durumu, evet şimdi olay yerine bağlanıyoruz" gibi. Tekrar edilen cümlelere bayılırım.

Öğleden sonra da nasıl olduysa Barış Manço dinlemeye başladım bi şekilde. Shuffle yaptım Spotify'da, bilmediğim şarkıları denk gelir ümidiyle. İngilizce ve Fransızca olanlar dışında bilmediğim bi şarkı çalmadı Spotify. Tek tek albüm dinlemem gerekiyor sanırım bu amaç için ama o kadar çok albüm var ki, hangisine başlayacağımı bilemiyorum. AYI şarkısında tam olarak kime laf soktuğunu anlamaya çalıştım yine ve yine bulamadım. İnternette ararken bu sorunun cevabını, alakasız bir röportajına rastladım, ilk defa dinledim. Şu:




Radyo röportajı. Siyasete girmekten neden vazgeçtiğine değiniyor azıcık. "Bizde cumhurbaşkanı olmak için iki şey gerekiyormuş, ben bilmiyordum" gibi bi şey diyor, anlamadım  tam olarak ne kast ettiğini. Ben bu laf sokuşları bi türlü anlayamıyorum zaten. Bi de "cumhurbaşkanının siyasetle alakası olmamalı" diyor, günümüzü düşününce gülesim geliyor... Bu sosyal medya zamanlarında yaşasaydı ne derdi, neler düşünürdü acaba? Tivit atar mıydı? Başı belaya girer miydi? Başını belaya sokmayacak sanatçılardan gibi gelimiştir hep bana. Belli olmaz tabi.

Nostalji yapıyorum bu aralar. İki gün önce de lisede kendim aldığım kasetlerden biri olan Mor ve Ötesi'nin Dünya Yalan Söylüyor albümünü dinledim. Çok kasetim yoktu. Hatta sanırım sadece Nev ve Mor ve Ötesi'nin kasetleri vardı. Ortaokulda kuzenimin çekip doğumgünü hediyesi olarak vermek suretiyle beni havalara uçurduğu Atilla Taş kasedini saymazsak. Müzik zevkim böyle işte napak, Allah Baba beni de böyle yaratmış. İlk aşkım Redkit'ti, ikincisi de Çelik. Ateşteyim'deki kafa sallaması olmayan hormonlarımı coşturuyordu. Ordan Atilla Taş'a nasıl geçtim, bilmiyorum. O zamandan beri kafam hep karışık. Çocukluğuma inmek iyi oldu.

Tabi bu kadar az kaset olunca, çevirip çevirip dinleyince tüm şarkıları ezbere bilmemek namümkündü. Mor ve Ötesi'nin sözkonusu albümünde de tüm sözleri hala ezbere bildiğimi fark edip aferin dedim kendime. Bu grubun da (en azından o albümdeki ) tüm şarkıları siyasi gönderme doluymuş. O zamanlar da bu göndermelerin varlığının farkındaydım ama tam olarak nereye ne gönderdiklerini bi türlü çıkaramıyordum. Şimdi de çok net değil. Sadece Az Çok isimli şarkılarında minimalist yaşamı savunarak adeta "Mari Kondo yokken biz vardık" demişler, saygı duydum.

İşte bir gün de böyle geçti,

Selam ederim,
Kanatlı Kedi

28 Nisan 2020

Karantina Çelıncı - 35

Selam,

Günler sonra ilk defa yağmur yağdı. Polenleri pislikleri temizledi, toprağı suladı. En azından ben öyle umuyorum. Sonbahar gibi, hafiften serindi bugün. Hiç şikayetim yok. Yağmur duracak diyordu uygulama, akşamüstü yürüyüşe çıktım da, durmadı tabi, ıslanmamak için yağmurluğun kapatabildiğim her yerini kapattım, terledim, üşüdüm geldim. Şimdi ısındım iyiyim. Bu aralar evim olduğu için şükredip duruyorum. Kendime ait bi alanım var. Ne büyük nimetmiş.

Coursera'dan bi ders görmüş u. ekşisözlük'te. Sen seversin dedi, üye oldum. Science of Well-Being. Well being yeni moda laflardan biri galiba ama bakalım. Bu sıralar çok satan kişisel gelişim kitaplarını dinleyip duruyorum, Yale'den bi hocanın anlattığı dersi de dinleyiversem kulağıma yapışmaz heralde. Şöyle bi göz attım, uzun uzun dinlemedim henüz çünkü videolar çok kısa, çalışırken olmuyor, çok bölünüyorum. Arada bi ödev veriyor bi de. Biraz daha odaklanmak lazım sanırım. Mutlu olabilmek hakkında bir şey. Olayın formülünü bulduğunu iddia etmiyor hoca, gelin beraber deney yapalım diyor ordaki öğrencilere ve bize. O yüzden daha bi ayakları yere basan bi şeye benzettim, görüciiz.

Bugün Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı'nı dinlemeye başladım. Tüm dünyada bestseller olmuştu sanırım bu bi ara. Yazar Mark Manson 84 doğumlu, yani benden 4 yaş büyük ama olayı çözmüş, kitabını yazmış ve üstelik bestseller yapmış. Adamın mesleği neymiş diye araştırdım şimdi, tabi ki psikolog falan değil, international business okumuş, "self help author ve blogger" diyor wikipedia'da. Diğer okuduğum kişisel gelişim kitaplarının yanında, bu kitabı daha fazla sorgulamamın, yazara saygı duyamayışımın bi sebebi var. Kitabın net bi şey söyleyemiyor olması. Günümüz insanı her konuda mükemmel olabileceğini sanıyor ama bu mümkün değil. Istırap iyi bi şeydir. Mutlu olmak için çabalama. Bu kadar.

Haksızlık etmek istemiyorum ama artis bi üslupla yazılan bu her şeyi çözdüm havasındaki kitaplara gıcık oluyorum. Koskoca kitapta toplasan işe yarar birkaç sayfa çıkacak sanki. Benim gıcık olduğum kişisel gelişim kitapları bu tiplerdi belki de. Neyse, bitircem ve notlarımı da alıcam tabi ki, kendimde fark ettireceği üçbeş farklı şey de olsa o not alınacak, üstüne düşünülecek. Belki üstüne düşünürken gıcık oluşum biraz arkaplana geçer, gözümdeki perde iner, aaa aslında daha derinlikli bi kitapmııış derim, belli olmaz.

Sonuçta hakkaten.. .Her şeyi kafaya taktığım bi gerçek. Başarı en başta. İnsan ilişkileri de öyle. Herkes doğru, ben yanlış yaşıyorum hissi sık sık gelip oturuyor beynime. Başkalarının derdini dinlerken böyle düşündüklerini fark etmek çok kolay ama kendimdeki durumu fark edemiyorum öyle hemececik. Arada bi yaşadığım aydınlanma anlarında "ya ne saçma şeyleri kafaya takmışım" diyorum ama işte o anları sıklaştırmak istiyorum. Kafaya takmamayı becerebilmek, ne büyük meziyet... Uğraşıyoruz be ya, olursa olur, olmazsa bakarız.

Son olarak beğendiğim ender Netflix filmlerinden "Bu Benim Dünyam Değil"i izledim bugün ikinci kez (I Don't Feel At Home In This World Anymore). Boktan hafızam sağolsun, ikinci kez izlerken hiç sıkıntı yaşamadım. Yani sonunu geçtim, bi sonraki sahneyi bile hatırlayamadığım için ilk defa izliyormuşum gibi oldu. Sadece filmi sevdiğime dair tatlı bi his vardı içimde. Sevgili Hobbit'imiz, Frodo'muz oynuyor ikinci başrolde. En başrolde ise daha önce hiç görmediğim Melanie Lynskey var. Makyajsız gibi makyajsız, sıradan insan gibi sıradan insan, doğal görünüm gibi doğal görünüm. Fondötenli, pürüzsüz bi doğal görünüm değil yani.  Sinemada bu doğallığı seviyorum ki bu tip doğallık da kadınların sektöre laf geçirebilmesiyle olabilmeye başladı sanırım. Yoksa eskiden Meg Ryan Mesajınız Var'da (çok severim filmi) grip olup evde salya sümük gezerken yüzü, saçları kuaförden çıkmış gibi olurdu. Ne var canım, gözümüz gönlümüz açılsın işte diyen olur mu bilmem... (Ben yine de cevap vereyim) Ama işte bu imajlar ideal kadın görüntüsü çiziyor. Anamızdan öyle doğduğumuz sanılıyor bazı mallarca, sonra güzellik konusuna her gün erkeklerin hiç harcamadığı kadar mesai harcamamız gerekiyor. Filmlerde süslü gibi süslü olunmasına ben de okeyim. Bu bi karakterdir, bi anlamı vardır. Ama doğal ama aynı zamanda mükemmel görünüm konusunda bi sıkıntı var. O görünümün arkasında nasıl bi emek olduğu da bi şekilde seyirciye yansıtılıyorsa o da tamam. Bkz: Marvellous Mrs Maisel.

Neyse daha çok uzatabilirim bu konuyu, sustum.

He bi de film, "diyemedim, içimde kaldı" durumlarıyla ilgili. Dün Zeynep'in yazısını okumuştum bununla ilgili. Markette orda burda hayvanlık yapanlara karşı la havle deyip kafayı çevirmek ve çevirmemekle ilgili bu film de. Çok sevdim kısacası.

İşte böyle,

Nisan'ın sondan üçüncü gününden selamlar,
Kanatlı Kedi

27 Nisan 2020

Karantina Çelıncı - 31-32-33-34

Merhabalar efem,

Yine dört gün için ardarda yazıyorum. Benim gibi çelınc başlatan olursa cemaat n'apmaz? Bilgisayarı açmak bile zor geliyor bazen. Neyse, hiç yoktan iyidir  deyip başlayayım. Sonra da sizin blogları turlayayım hazır bilgisayarı açmışken.

Burda havalar geç kararmaya başladı yine. Akşam 9 gibi çökmeye başlıyor karanlık. Dolayısıyla farkında olmadan akşam oluyor tabi. Bugün tatil burada, 27 Nisan, kral günü. Kralın doğumgünü. Şenliklerlen kutluyoruz. Bence en güzel tarafı sokakların ikinciel pazarına dönüşmesiydi. İsteyen istediğini satabiliyor, vergi ödemek, izin almak zorunda olmadan. Sadece yiyecek içecek alkol uyuşturucu gibi şeyler satmak yasak ama alkol ve yiyecek de satılıyor. En kalabalık olan yerlerde börek, kısır, simit vs satan Türk teyzelere rastlamıştık, baya kocaman tezgah kurmuşlardı (güzeldi:). Yani resmi olarak yasak sanırım ama çok da kontrol edilmiyor. Zaten öyle bi kalabalık oluyor ki, kontrol etmek pek de mümkün değil. Köşe başlarına da küçük sahneler kuruluyor, konserler oluyor gün boyunca. Amsterdamlılar ya evden çıkmıyormuş o günlerde ya da başka şehirlere tatile gidiyorlarmış. Biz de ilk birkaç sene kendimizi atmıştık Amsterdam merkeze, sonra kaçar olduk. Geçen sene ufak bi tezgah kurup bi şeyler satacak olduk, o gün de deli gibi soğuk ve yağmurlu olacağı tuttu, ben de hastaydım zaten, tadını çıkaramadan eve döndük. Evde duran elişlerimden satayım dediydim, olmadı, el emeği satmak için uygun bi pazar değilmiş. Birkaç euronun üstünde olan her şey pahalı görünüyor, uzak duruyor insanlar. Daha çok garaja falan atılan, hiç kullanılmayan eşyaların satıldığı bi pazar bu.. Misal ben dört beş etek askısını 30 sente almıştım sanırım. Gayet iyiydi.

Bu sene malum tabi, evdeyiz. Sabah kilise çanları çalıyordu, yine sağlıkçılara filan teşekkür manasında olabilir, bilmiyorum. Burası çan çalan bir ülke değil. Çok dindar da değiller. İtalya'daki gibi her sokak başında dinin bir işaretini göremiyoruz. Bu yüzden çan sesi duyunca şaşırıyoruz. Sabah 10da da marş söylenecek diye biliyordum. Sandım ki insanlar balkona çıkıp söyleyecek filan, olmadı öyle bi şey. Sanırım TVde bi kanal yayınlıyordu bi şeyler, program derken o kast ediliyormuş. Sokakta, komşularda hiçbi hareket görmedim, bikaç turuncu kıyafetli insan dışında. Herkeşler evinde kutladı sanırım. Herkes benim gibi düşünüyor da olabilir, ikinci el pazarı olmayacaksa ne manası var? He bi de websitesi kurmuşlar, internetten bi şeyler alıp satmak için, bugüne özel ama girip bakmadım bile.

Dün burdaki arkadaşımla buluştuk, mahallede turladık, sosyal mesafeli tabi. Onda da polen alerjisi varmış, rahatça burnumu sildim bu sayede. Güzeldi, baya bi konuştuk, eve geldiğimde epey yorulmuştum. Tabi Hollandaca konuşmaya çalıştığım için normalden iki üç kat fazla yoruluyorum. Çevremizi tanıyalım turu yaptırdı bana biraz. Çevrenin tarihi hakkında özel bi ilgisi ve dolayısıyla bilgisi var. Ha bi de Hollandalıların dedikodusunu yaptık biraz. Kendisi Alman. Doğu-Batı Almanya zamanlarını görmüş. Doğu Almanya mantığıyla yetişmiş. Dolayısıyla Hollanda'nın tüketici toplumuyla anlaşamadığı bazı noktalar var ve benim de hep aklıma gelen ama soracak kimse bulamadığım için içimde kalan sorular. O yüzden yıllardır burda yaşayan, Hollandacası çok iyi olan birinden de aynı soruları duymak hoşuma gidiyor. Yalnız değilim. Bi ara yine görüşiciiz. Bu arada Hollandaca derdimi anlatabildiğimi hep biliyordum ama onunla daha rahat konuşabilmemin sebebi
nin o olduğunu anladım bu görüşmemizde. Anlatmak istediğim şeyi çoktan anladığı halde hala cümle kurmaya çalışan bana öyle bir sabır gösterip cümlemi tamamlamamı bekliyor ki, konuşmaya devam edebiliyorum. Herkesten bunu bekleyemem, mümkün değil. O yüzden öğrenmeye devam etmem şart.

Bu gazla bugün Hollandaca A2/B1 seviye podcastleri dinledim: Learn Dutch with The Dutch Online Academy

He bi de Hollandaca genç kız kitapları da denen, basit aşk meşk romanlarından okumamı önerdi. Mantıklı geldi. Kütüphaneler kapalı ama marketlerde filan da satılıyor bu tip kitaplar. Deneyebilirim.

Elişi yönünden pek bir şey yapmadım bu arada.

He Glow'u bitirdim. Bu konuda konuşmak istemiyorum.

After Life'ın yeni sezonu gelmiş, sevindim.

Yine Yeni Yeniden Doksanlar podcastinin son bölümünde Sezen Aksu'nun şiirlerden uyarladığı şarkılar ve hikayeleri ve daha bir sürü şey var. Çok seviyorum bu ikiliyi. Geçmişimizle ilgili eksik kalan noktaları tamamlıyorlar adeta.

Bulmaca çözerken öğrendi u., sağolsun bana da söyledi: Çığır; keçiyolu, patika demekmiş. Yani çığır açmak, yeni bi yol açmak! Çok güzel bi aydınlanma değil mi?

Sanırım böyle. Korona durumuna alıştım mı? Sanırım baya baya alıştım. Başlarda belirsizliğin getirdiği bi endişe vardı içimde. Ne olacak? Felaket senaryoları yazıyordum sürekli kafamda. Şimdi biraz daha belli her şey. Belli şartlar sağlanırsa, geçebilen bir şey gibi görünüyor. Ölü sayısının her gün azaldığı ülkelerden bahsediliyor. Sanırım bu düşüş haberleri sebbeiyle, farkında olmadan azaldı endişelerim. Ya da şöyle diyeyim, eski apokaliptik bi gelecek gösteren endişelerim, daha mantıklı ayakları yere basan endişelere bıraktı yerini.

Yeter gali susayım,
Selamlar,
Kanatlı Kedi

23 Nisan 2020

Karantina Çelıncı - 30

Merhaba sevgili insanlar,

Kulaklığımı taktım da geldim. Spotify'dan hazır bi liste dinliyorum: Women of Jazz. All of Me çalıyor, 50lere gittim, Los Angeles'ta bi bara. Orda ve o zamanda mı olur o barlar bilmiyorum ama o civarda biyerde bi zamanda işte. Bi martinim eksik şimdi. Tabi bi de kül tablası ve kıvrılıp giden sigara dumanı. Kapalı alanda sigara içemeyenlerdenim, sigara dumanımdan kendim rahatsız oluyorum, olabildiğince uzağa üfürüyorum genelde. Nostaljik ögelerin üyesi olmaya çalışan gerçekçilerdenim galiba. Sigaraylan ortam mı yaratılır, saçma.

Bu sabah kartpostallarımı düzenledim. Yıllardır ilk defa. Sanırım on yıldan fazladır biriktiriyorum. Günlük tutmaktan sonraki en uzun süreli alışkanlığım olabilir. Vay be, hiç böyle düşünmemiştim. Kartpostallarla ilişkim de amaçlarına aykırı. Sadece biriktirmek istiyorum. Dünyanın çeşitli yerlerinden resimli kartlar geçsin istiyorum elime. Kendim gidip aldıysam, üşenmeyip o an ne hissettiğimi yazdıysam arkalarına, daha bi güzel. Ya da başkaları getirdiyse bana, nerde, ne zaman ve hatta hangi psikolojiyle teslim aldığımı not ettiysem, daha da iyi. Bugün hepsini ülkelerine göre sınıflandırdım, postitlerle etiketledim. Küçücük bi kutuya sığdılar. Yıllardır ne yapacağımı bilemediğim kucaklayıp taşıdığım kartlar meğer o kadar da çok yer kaplamıyormuş. Hep bi albüm yapmayı düşünüyordum. Hepsini fotoğraf gibi kolayca sergileyebilmek için. Ama bu sefer de arkalarındaki notları göremeyecektim ki bu çok önemliydi. Yani aradığım o pratik çözümü bi türlü bulamamıştım. Ta ki dün gece pinterest'te postcardlı aramalar yapana kadar. Ne kadar da basit bi çözümmüş halbuki, bi kutuya koyup aralara etiket serpiştirmek. Tişikkirler pinterest! Hiç bu kadar net faydalanmamıştım kendisinden.

İşte sonuç bu:



Tabi sonra daha güzel etiketler yapmak gibi fikirlerim hala var ama şimdilik ortalığı topladım ya yeter. 

Eskiden kartpostalların olduğu küçük dolabı da düzenledim bugün. Fotoğraf albümlerini falan dizdim güzelce. Saçma sapan ne işe yaradığını bilmediğim bir sürü anahtarı bi kutuya koyabildiğim için mutlu oldum. Eski bi çikolata kutusu. Kutular ne kadar da önemli nesneler...

Biraz da free style örgü ördüm, pattern falan kurcalamadan, kafama göre. Turuncu, yıldız şeklinde komik bi küpem var, üniversite zamanımdan kalma, nerden nasıl aldığımı hatırlamıyorum. Kuyrukları eşit olmayan turuncu bir yıldızın üstünde gülen bi surat var, emoji gibi bi şey kısacası. Çok seviyorum, en neşeli küpem o olabilir ama eşi yok. Makyaj yapmadığım için küpelerle renk katmaya çalışıyorum yüzüme. İşte bu eşsiz küpeye bi ieş örmeye niyetlendim, ördüm de ama eş olmadı, ip kalın geldi, çok büyük oldu, bi de yıldızdan çok çiçeğe benzedi. Olmaz, yıldızla çiçek aynı şey mi? Değil. Sonra o turuncu çiçek de yalnız kalmasın diye yanına bi çiçek daha ördüm ve yeni bi çılgın küpem oldu. Yarın blocking yapmaya çalışcam bunlara, kuyrukları içe doğru kıvrılmasın, olduğu yerde dursun diye yapılan bi işlem. Galiba kolalamak deniyordu buna. 

Tabi bu çiçeklerle olduğum yerde duramadım. Düzgün yıldızlar yapmaya giriştim. Bu arada artık sihirli halkayı düzgünce yapabiliyorum! Aferin bana. İnsan her gün bi şey öğreniyor. Neyse, mavi yıldızlar yaptım, daha ince ve daha az sıcak bastıran bi iple. Küpe yapcaktım normalde, ama aklıma başka şeyler geldi, du bakalım. 

Örgünün bu tarafını çok seviyorum, ilham gibi bi şey, her gün gelmiyor. Öylesine oturuyorum iplerin başına ve bi şeyler yapmaya başlıyorum çok ciddiye almadan. Hiç tarif falan bakmıyorum internetten. Sonra hop bi şeyler çıkıyor. Gerçekten bi şey yaptığımı, tamamen kendim yaptığımı hissediyorum. Nadiren oluyor. Kafanın o yaratıcı tarafının kapısını açmak gerekiyor ama her zaman açılmıyor işte nalet şey, nazlı mı desem, gururlu mu...

Akşam da Glow izledim yine. Son sezonun bitmesine üç sezon kaldı. Yine hüzünlü zamanlar. U.ı da sardı iyice. Bu gece 11.30dan sonra "üç bölümcük yaaa, izleyiverelim" dedi de, ben dedim blog yazmam lazım. Sorumluluklarımın bilincinde olarak kalktım geldim buraya. Olay beni bu kadar karizmatik gösterecek şekilde gelişmemiş olabilir ama şimdi ne ehemmiyeti var? Ayrıca Alison Brie'nin, yani başroldeki Ruth'un, yani Community'deki iyi aile kızının yönetmen olduğunu öğrendim. Bunu üçüncü sezonun sondan üçüncü bölümünde fark etmem benim cahilliğimden mi, yoksa bu da arada bi yönetmen değiştiren dizilerden mi, bilmiyorum. Her türlü, saygılar Sayın Brie! 

Şuraya bi de Glow trailerı koyayım tam olsun (bu video koymaya üşenme halini bırakmam lazım):


Dizinin ilk bölümlerinin bütün mesajlı sahnelerini trailer'a koymuşlar adeta. Dizide daha bi güzel yedirilmiş oluyor, çok daha günlük hayattan alınmış replikler, çok daha sıradan anlar var. (Ben de bi şeyi sevince övmelere doyamıyorum)

İşte böyleyken böyle. 

Karantina çelıncının son haftasına girmiş bulunmaktayız. Ben belki sonra da devam ederim. Bana iyi geliyor. Ama tabi 1 haftada neler değişir, bilemeyiz, bu işler hep kader kısmet ... değilse de o tip bi şeyler...

Bu arada Suç ve Ceza'nın sesli kitabını bitirdim. Raskolnikov ve o dönemin kibarlık olsun diye uzun ve gereksiz konuşmaları beni yedi bitirdi. Ama Dostoyevski'nin yazarlığına, gözlem yeteneğine olan hayranlığım ikiye katlandı. 

O zaman, online alışverişte marketin ikramı olan alkolsüz birayla kapanışı yaparken, hepinize saygılarımı sunarım, 

Kanatlınız, Kediniz




22 Nisan 2020

Karantina Çelıncı - 29

Melabaa, 

Bugün u. fifa oynamaya dalmışken, hemen oturdum yazıyorum. Ertelersem yalan olur çünkü. 

Haftanın, benim için, son iş günü bitti. Etiketlemeyle ilgili malzemelerden birini getirmeyi unuttuğum için, teslim etmeye atölyeye gittiğimde işim uzun sürecek, bi de etiketlemeyle uğraşıcam. Her hafta böyle bi saçmalık yapıyorum. Bu arada bazı tam zamanlı çalışanlar iki gün atölyeden, üç gün evden çalışıyorlarmış artık. Duyunca eyvah dedim, keyfim çok yerinde evde. Yolda 1.5 saat geçirmiyorum, işyerindeki gibi kendimi muhabbete zorlamak zorunda kalmıyorum...Kulaklıksız bissürü şey dinliyorum, kafam yorulmuyor. Ne dinliyorsun diye soran yok, kitap dinliyorum cevabını vermekten utanmak yok... Ey özgürlük! Sen ne gsel bi şeysin!

Neyse, böyle gereksiz bi konuda stres yapmaya, iş ortamının sevmediğim yönlerini gözümde canlandırmaya başladım. İşimin anlamsızlığını, bana bi katkısı olmadığını, geleceğe yatırım sayılamayacağını, toplumdaki karizmasızlığını, işyerindeki saçma tavırları, kontrat almak için savaşmam gerektiğini, sonuçta da hayatımın anlamsızlığını falan düşünmeye başlayacaktım kiiiii.... durdum. Ne gerek var? Beni atölyeye çağıracakları bile belli değil daha. Bana bi şey söylenmedi ki. Çağırırlarsa o zaman düşünürüz. O zaman bile bunların çoğunu düşünmemin manası yok. 

İşte bunlar hep şu sıralar kişisel gelişim kitabı okumamın etkileri. Hiçbi kalıcı çözüm sunmasa bile, bugün o saçma girdaba girmemi engelledi ya, bence yeterli. O defteri de cidden yapacağım sanırım. Dünkü gaz hala devam ediyor, demek ki ciddiye alınası bi gaz.

Bikaç gündür yürüyüş yapıyorum. Evin etrafında geniş bi çember. 5bine yakın adım. Bence yeterli şimdilik. Yogadan uzaklaştım bu ara. Ne zaman yapasım gelse ev tozlu oluyor, çoğu zaman da yapasım gelmiyor. Tozu bahane ediyor da olabilirim. Aman blog yazma konusunu bile günlük rutin haline getiremedim, yeni tanıştığım yogayı mı kankam yapcam? Mantıksız bi arzu. Ama sırtımı filan esnetmek için arada bir yaparım, sonuçta aramızdaki sınırlar kalktı artık. Hareket amaçlı yürüyüş de iyi gidiyor şimdilik. Tempolu tabi. Bugün Yasemin Mori'yi açtım, shuffle yaptım, çok iyi gitti. Tavsiye ederim.

Bu arada bi şeyi hiç paylaşmadığımı fark ettim bugün. Ayvalıklı gıda mühendisi bir arkadaşım zeytinyağı üretiyor. Ben de gıda mühendisliği mezunuyum ama ben yalandan mezunum görüldüğü üzre. Ama bu arkadaş bölüme gayet bilinçli gelmişti. Zeytinlikleri vardı dededen kalma, kendilerine kadar üretim yapıyorlardı ama bi potansiyel var diye içi içini yiyordu Bahar'ın. Her proje ödevini zeytinyağı üzerine yaptı nerdeyse ve tezini de tabi ki. Sonra bir sürü eğitim de almış. Benim bölümle pek alakam olmadığı için bu tip eğitimler aldığından haberim yoktu tabi. Başka yönlerden iyi arkadaştık biz. Gıda sektöründe yurtiçinde yurtdışında bir sürü yerde çalıştı. Sonunda hayalini gerçekleştirdi, kendi markasını kurdu. Çok sevindim, gerçekten çok mutluyum O'nun için. Bi insanın bi hayale sahip oluşuna, sonra o hayalin peşini hiç bırakmayıp uğraşmaya devam edişine ve sonunda başarmasına şahit olmak çok farklı, çok güzel bi şey. Datlışım benim. Arkadaşımın adı, Bahar Sağlam Gürol ve markasının adı da Olea Aera. Site de bu: https://www.oleaaera.com/

Çok istiyorum şöyle bol bol satılsın. Ne yazık ki yurtdışına satış yok şimdilik. Türkiye'ye gelince alıp gelecektik ama bu yaz yalan olacak gibi. O yüzden olabildiğince duyurmak istiyorum. Tadı güzel diyorlar, doğrudur. Hiç yemedim bu markalı zeytinyağlarını ama inanırım. Yıllar önce Bahar'ı ziyarete gittiğimde evlerinde hep kendi zeytinyağlarından olurdu çünkü, illa ki şöyle bi ekmek banıp tadına bakardık. Güzeldi. Bahar da tabi bi Ayvalıklı olarak öyle her zeytinyağını beğenmezdi. Hala öyledir muhtemelen ama eskisi kadar sık görüşemiyoruz, Londra'da yaşıyor artık (bi ara Hollanda'daydı da). 

Neyse işte, demem o ki, bi bakın sitesine falan, fiyatlar da uygun sanki, migros zeytinyağı fiyatlarıyla kıyasladım da aşırı aşırı pahalı değil, hani küçük bi şirketçik olduğunu düşünürsek. Almasanız bile haber vereyim dedim. Şimdiye kadar niye vermediysem, unutmuşum demek ki...

İşte bugün de böyle. Kartpostal koleksiyonumu düzenliyeceğim şimdi, ülkelere göre sınıflandırıp, bi tane kutunun içine dikine yerleştircem, hani eskicilerde olur ya, öyle. Mari kondo usulü de diyebiliriz. Helecanlıyım. 

Sevgilerlen, 
Kanatlı Kedi



21 Nisan 2020

Karantina Çelıncı 26-27-28 ve Kartpostal Çelıncı

Vallaha billaha dün gece yazcaktım! Bilgisayarı aldım kucağıma ama arkadaşlarla derin bi geyik muhabbetine başladı u. Benim de arkadaşlarım olduğu için uzak duramadım. Sürekli okey oynuyorduk karantina öncesinde, online okey oyunu arayışına girmişler, hepsi kapattıkları facebook hesaplarını geri açmışlar, telefona uygulama indirip deneme derdindeler... di.  Ben de katıldım aralarına tabi. Dördüncüsüz olmaz.

Sonuç olarak denediğimiz dört okeyi de sevemedik. Araştırmalar devam ediyor.

Bugün gün içinde yazacaklarımı not aldım, mal mal ekrana bakmayacağım bu sefer inş.

Haftasonu elişi bloğuma bi şey yazdım. Önemli sayılabilir, burdan da yazayım. Gün boyu sürekli maske takıp çalışmak zorunda olan tanıdığınız varsa belki duymuşsunuzdur, maske ipleri kulak arkasını kaşındırıp acıtıyormuş. İnternetteki örgücüler hemen bu  probleme bi çözüm bulmuşlar tabi ki. Kulak koruyucu tasarlamışlar. Ben de ilk gördüğümü Türkçe'ye çevirdim, şurdan bakabilirsiniz: https://coloroclock.com/2020/04/19/no-button-ear-saver-dugmesiz-kulak-koruyucu/ Abimin eşi hemşire, kendine yapmış, gerçekten işe yarıyormuş, test edildi onaylandı yani. Yalnız ben deneyemedim çünkü maske yok bizde.

Bi kartpostal aldım burdaki eski komşumdan. Hala bizim mahallede oturuyor. Bi ara gelip posta kutusuna bırakmış gitmiş. Korona öncesi ABD'ye gitmişti, ordan kartpostal getirmesini istemiştim, koleksiyon yapıyorum diye. Bi tane vermişti zaten, şimdi ikinciyi bırakmış kutuya. Sevindim. Hollandaca yazışıyoruz tabi ki. Arada bi buluşurduk, Hollandaca başlayıp, coşunca İngilizce'ye
geçip, dönüşte de vicdan azabıyla tekrar Hollandaca'ya dönerdik. Değişik bi kadın. Bi derdi var insanlıkla, hayatla, belli oluyor halinden, konuşmasından. O yüzden mi beni dürtüyor, amacı ne anlamadım. Başlarda acaba bi cemaat üyesi falan da beni üye yapmaya mı çalışıyor diye bile düşünmüştüm, pek sever beni o tipler. Nası savunmasız görünüyorsam böyle bi kol kanat germeye çalışırlar. Sonra çok güzel deperim:) Neyse bu kadıncağız cemaatçi çıkmadı ama aramaya sormaya devam etti. Savolsun. Belki sosyal mesafeli yürüyüşlere çıkarız. Hollandacamın boktanlığını tüm mahalle öğrenir böylece.



Yukarıdaki video, 1983 Amsterdamının sokak görüntülerini içeriyor. Bisikletimsi bi arabayla Amsterdam'ın önemli sokaklarından hızlıca geçerken, bi taraftan da yorum yapıyor yönetmen/fotoğrafçı Ed van der Elsken. 4 videodan oluşan bir film aslında. Ne önemi var? Waterlooplein çok değişik bi yermiş mesela o zamanlar, tanıyamıyorum. Ve daha bir sürü şey. Ama en önemlisi şu:



Kadir van Lohuizen adında başka bir Hollandalı fotoğrafçı da bunu çekmiş. Aynı tarzda, Amsterdam sokaklarında hareket halinde ama bu sefer sokaklarda neredeyse hiç insan yok. Yine arkada yorumları duyuluyor. İkisini ardarda izlemek çok enteresan oluyor.

Bir de sesli kitaplarda kişisel gelişimci oldum iyice:) Üzülmeyi Bırak, Yaşamaya Bak diye bir kitap buldum. Yazarı kimdi hatırlamıyorum bile. Dale Carnegie imiş. Valla kişisel gelişim falan demeden okuyorum artık bunları. Notlar alıyorum. Hatta bi "negatif haller" defteri yapsam diyorum. Misal endişe, öfke, kıskançlık, üzüntü gibi bölümler yapayım. Bi konuda çok mu öfkeliyim? Bununla ilgili okuduğum kitaplardan aldığım notları okuyup uygulamaya çalışayım verilen tavsiyeleri. Belki işe yarar? İlla ki biri ikisi yarar hepsi olmasa da. Bu kitaba göre şu anki ruh halim yüzünden ömrüm hızla kısalıyor, yarın falan ölmem lazım yani bu kadar endişeyle, negatif duyguyla. Ne bileyim. İnanmak istiyorum sanırım yıllar önce umarsızca dalga geçip durduğum bu çok satan kitaplara. Hiç olmazsa biraz pratiğin zararı olmaz.

Gelelim kartpostalların faydalarına. Bir zamanlar bir kartpostal çelıncına aa ben de katılmak isterim diye atlamıştım. Epey oldu ama ben geç de olsa göndereyim kartlarımı. Neşelilerinden seçtim. Yoksa çok daha mesajlı, asi vs şeyler vardı da, içim elvermedi.


Burası bence Viyana'nın en güzel yerlerinden biri:) Hundertwasser evleri. Yamuk yumuk. Gaudi'yle bağları var mıydı bilmiyorum ama o tip, rengarenk, isyankar, köşesiz, çocuk resmi gibi evler. 


Bu da devasa bi Konstantinopol heykelinin bir parçasıymış. Kedilerin duruşu, bakışı çok manalı geliyor bana bu fotoğrafta. Koca Konstantinopolmüş,değilmiş, umurlarında değil sanki...Aha kırıldı elin, bedeninden ayrı duruyor, ne önemi var? diyorlar gibi, tabi tüm şirinlikleriyle. Bazen yeğenim de böyle şirin/şeytani/anlamlı bakışlar fırlatıyor, ne yalan söyliyim, korkuyorum. 

Hepinize gelsin bu kartpostallar. Ne tip bi mesaja ihtiyacınız varsa, onu alının üstünüze bu resimlerden. Güzel günler göreceğiz, güneşli günler, yazdım arkalarına da.

İşte böyle, selam eder giderim, 
Kanatlı Kedi













18 Nisan 2020

Karantina Çelıncı - 25

Selamlar efeeem,

Ikea'dan yaklaşık üç sene önce aldığımız koltuğun yastıkları yamuk yumuk olmuştu, napsak napsak diye düşünürken bi youtube videosu görmüş u. "Fiber fill" diye bi malzemeyle dolduruluyormuş. Sipariş ettik, aldık, yoğunluktan ilgilenemedik, bi köşede bekliyordu paketler. Dün sonunda işe giriştik. Bi kiloluk paket, bi yastığı anca doldurdu. Neden? Çünkü Ikea yastıklarının içi boş. Kubarık kubarık duran bi şeylerle dolduruyorlar, sonra en fazla bir sene sonunda oturunca vücudunun şeklini alan yavşak bi şeye dönüşüyor bu yastıklar. Görüntüsü neyse de, sırt ağrıtıyor böyle yamuk yumuk olması. Neyse, çok daha fazla fiber fill almamız gerektiğini fark ettik.

Akşam da yine Glow izledik bikaç bölüm. Dizide huysuz yönetmeni oynayan Marc Maron'un standupları çarpıyordu gözüme ne zamandır. Ama saçma sapan seksist esprilerle doludur, adamdan soğurum diye uzak duruyordum. Dün izledim en sonuncusunu. Gayet zekice laf sokmalar, espriler, sevdim. İki tane daha görünüyor. İZlerim ben onları da.

Bu arada ear saver diye bi şey var. Sürekli maske takanların kulakları acıyormuş bir yerden sonra. Acımasın diye çeşitli yöntemler çıkmaya başladı sosyal medyada. Şöyle örgü versiyonları çıkmış: https://melucrochet.com/2020/04/11/melu-crochet-free-ear-saver-mask-adaptor-crochet-pattern/ Haberiniz olsun. Uzun süreli takmanız gerekirse, ya da çevrenizde maskeli bir işte çalışmak zorunda olan birileri varsa, yapabilirsiniz, yaptırabilirsiniz.

Bugünlük haberler bu kadarcık,
selam eder, çeker giderim.

Kanatlı Kedi

17 Nisan 2020

Karanina Çelıncı - 21-22-23-24

Çelınca karşı çok ayıp etmişim gerçekten. Bu kadar gün geçtiğinin farkında değildim. Halbuki pazartesiden cumaya geldiğimin gayet de farkındaydım ama gün dediğimiz şeyin göreceli olduğuna inanıyormuşum demek ki. İşgünü olarak 3 gün geçmiş de, çelınc günü olarak o kadar da geçmemiştir diye düşünmüşüm. Yanlış olduğunu şimdi kavradım. Önemli olan eninde sonunda kavramış olabilmek. Bi aferini hak ettim bence.

Ya bu pazartesi çalışmadım ben, Paskalya ya, u. çalışmıyordu, dedim ben de tatil modunda olayım da bi şeye benzesin... Diğer günlerde de bi türlü yetiştiremedim günlük bitirmem gereken işi, gün sonunda hep bi sırt-boyun ağrısı çektim, bilgisayar başına oturacak halim kalmadı. Bugün gittim teslim ettim, rahatladım. Haftaya pazartesi kesinkes iş günü, lamı cimi yok, dengem bozuluyor yoksa.

Bu arada geçen yazıda bahsettiğim ikinci kez regl olma hali sebebiyle doktoru aradım, asistanıyla konuştum, uzun uzun bir sürü soru sordu tarihlerle ilgili, iyi ki her şeyi kaydetmişim. Bundan sonra karar verdim, Google Takvim hesabımda sağlık konulu bi etiket oluşturcam, her türlü notu buraya yazıcam. Bugün göz damlası kullanmaya başladım mesela, şişeyi açtıktan sonra en fazla 1 ay kullanmak gerekiyor, bunu oraya yazıcam. Buna karar verince içim rahatladı, kaosa son! He bu arada asistan durumu doktora sordu, doktor asistana cevap verdi, sonra söylenen saatte ben tekrar aradım, doktorun ne dediğini sordum. Şöyle demiş: Doğum kontrol haplarını kullanmaya devam etsin, önümüzdeki ay da aynı şey olursa tekrar arasın. Öyle yapıyorum ben de bakalım.

Kaç gecedir hapşurukla uyanıp duruyordum, biraz hapşurup, burnumu silip yatıp tekrar uyuyordum. Dün 3.30'da uyandım, yine aynı şeyi denedim, yok, durmadı şerefsiz. Gittim çeşmede burnumu sildim uzun uzun, yüzümü yıkadım falan, hala hapşuruk devam ediyor. Bi taraftan uyku haliyle "acaba hapşurukla burun silmem aynı ana denk gelir de ölür müyüm?" diye endişelendim. Hapşuruğunu tutmaya çalışırsan ölürsün, gibi iddialar hatırlıyorum küçüklüğümden ve tabi ki doğru olup olmadığını hep sorguladım ama hiç araştırmadım, e tabi bu bilgi bilinçaltıma girmiş, hapşuruğu durduramadığım, kafamın en işlevsiz olduğu saatte geldi beni buldu.

Bu arada yaklaşık bir aydır evde burun spreyi arayıp bulamıyordum. Aldım gibi hatırlıyordum ama almamışım demek ki diye bi sonuca varmıştım. Dün gece o kafayla bi daha aradım, dedim eskilerden, tarihi geçmiş falan ne varsa kullanırım, tuzlu su altı üstü... Derken açılmamış paketi buldum. Dalga geçer gibi karşıma çıkacağı tuttu. Daha önceki seferlerde neremle aradıysam artık... Tam da olması gerektiği yerde, ilaç kutusundaydı üstelik.

Neyse, onu sıktım, zamanla rahatladım, sabah çişine kadar gayet güzel uyudum. Bugün eczaneye gidip göz damlamı da aldım. Artık bu konuyla ilgili yazmam diye umut ediyorum, rahat bırakıciim sizi.

Eczanede veznelerin önüne plastik-cam gibi bi şey germişler, 1 adım ilerisine de kırmızı çizgi çekmişler, onun ötesinden konuşuluyor eczacıyla, öyle gidip cama yapışmak yok. Bekleme salonunda en fazla 4 kişi bekleyebiliyormuşuz, kalanlar dışarıda bekleyecekmiş. Bir de yazı asmışlar, maske, eldiven gibi şeyler satmıyoruz diye. Marketlerde filan zaten satılmıyor. Sokakta kimsenin maskesinin olmaması son derece normal yani. Birkaç gönüllü organizasyon var, sağlık çalışanlarına, huzurevi gibi yerlere maske dikip gönderen ama o maskelerin de koronadan korumadığı için gereksiz olduğunu ileri sürenler var. Maske karşıtlığı hala hakim bu ülkede kısacası. Ama gerçekten gereksiz olduğuna inanıldığı için mi, yoksa yetersiz olduğu için mi anlayamadım.

Bi de Glow izledim bu hafta. Netflix'te bi dizi, 80lerde geçiyor ama şimdilerde çekilmiş. Hollywood'un şimdiye kadarki erkek egemen sistemine isyan olsun diye yazılmış adeta senaryosu. Çok hoşuma gidiyor. Bir sürü kadın karakter var, dolayısıyla ideal kadın ya da olması gereken kadın gibi bi karakter göze sokulmuyor. Her birinin ayrı bi özelliği var ve hepsi kendince normal. Kim ne karışır? Normal ne? gibi soruları sorup duruyor adeta her sahnede. Senaryoda her cümlede geçmişe öyle bi isyan var ki, zevkten dört köşe oluyorum. Her bi sahneyi ayrı ayrı inceleyip bi şeyler yazmak isterdim hakkında.

İşte böyle, sevgilerle der, giderim,
Kanatlı Kedi

13 Nisan 2020

Karantina Çelıncı - 20

Evet... taaa 20ye geldim. Böyle tek tek sayınca zamanın geçmesi daha bi sinir bozucu oluyormuş yahu! Sayılar ne kaa da gereksiz şeylermiş meğer.

Dün akşam Pom Poko'yu izledik. Ghibli Stüdyoları'ndan Miyazaki'nin değil başka bir yönetmenin, Isao Takahata'nın filmi, 94 yapımı. Çocuk filmidir diye düşünmüştük, oyuncak ayıya benzeyen karakterler çocuk kitaplarını andırıyordu ama içeriği biraz yetişkinimsi. Yani çok da değil ama "hayalar" kelimesi çok kullanılıyor mesela, çiftleşme dönemi, kur yapma gibi konular geçiyor... Çocuğunuzla eğer "ben nasıl doğdum" konusunu konuşmadıysanız, anlatmak için iyi bi yöntem olabilir. Tabi bana güvenip de hemen birlikte oturup izlemezsiniz diye düşünüyorum. Bir çocukla nasıl konuşulur, konusu en son bana sorulmalı, bilgisizim, beceriksizim bu konuda.

Mesut Süre ile İlişki Testi'nden bi bölüm izledim yine. Seviyorum bu adamı ve kankalarını, gözlerim yaşarana kadar gülüyorum genelde. Lakin ki konuklarda bir kadın vardı ki, o kadar benim zıttım bi karakterdi ki, o özgüven, o istediğini yapabileceğini düşünme hali... Özendim, kıskandım ve sinirlendim. İtiraf edeyim. Bana laf sokulduğunu hayatta anlamam, ismimle hitap etmeli, bana direk söylemeli laf sokan kişi, diyor. Ne güzel bi hayat ya, dedim. Ulan hadi geçen geçti, hayatımın kalanında bari bu kadar umursamaz olabilsem, benim de özgüvenim tavan yapar, ben de başarısızlıklarımı sallamam, ne var canım, der geçerim. Ben insanlarla kurduğum ilişkinin her anında acaba yanlış bi şey mi dedim, acaba bana laf mı soktu, aman yanlış anlaşılmayayım diye diye ya konuşamıyorum, ya da uzun uzun açıklamaya çalışıyorum ne demek istediğimi. E bu da biçok şeyi engelliyor tabi ki. Çok düşüncelilikten filan da değil bu, "hep iyi niyetinden kaybediosun" fln değil yani. Çocukluğuma inmek lazım belki.

Aslında aydınlandım bi bakıma. Ha bu konuda neyi değiştireceğim? Henüz hiçbi şeyi. Neyse bakalım, burnum yeterince sürtülsün de bi adım atmaya karar veririm belki.

Saçma sapan basit sağlık problemlerim var, ona da canım sıkılıyor sanırım. Polen alerjisinin verdiği sürekli huzursuzluğun yanında, durup dururken, olmamam gerekirken regl oldum bu ay ikinci kez. Öyle azcık gösterip gitme de değil, normal zamanıymış gibi gereksiz uzunlukta bi şey. İlk defa oluyor böylesi, canım sıkıldı. Doğum kontrol hapı kullanıyorum da, bu işin bi düzeni var yani lütfen. Sigara içiyorsanız hap kullanmayın gibi şeyler yazıyordu Hollandaca resmi bi sağlık sitesinde ama sallamamıştım, doktor da yok kullanma dememişti. Ondan mı acaba, çünkü sigara da kanı inceltiyor muymuş ne, yani kan kaybını arttırıyormuş. Fikri olan var mı? Telefon edip doktoru oyalamak da istemiyorum bunun için ama kafama takılıyor. Sigara içmeyeyim diye düşündükçe de içesim geliyor. Suratsızlığım artıyor vs..

Bunu da yazmayacaktım da yazdım arkadaş, ne var ya. Polen alerjimi rahatça yazabiliyorsam bunu niye yazamıyorum! Kafamda aştığımı düşündüğüm şeyleri uygulamaya gelince hala çok çekigen kaldığımı fark ettim yine. Sağlık problemi işte. Yeter gali.

Öyle işte, mübarek paskalya günü, evdeyiz, yumurta ya da tavşan şeklinde olmasa da azcık çikolata var, onu yiyeyim. Kendimi zorla neşelendireyim. Siz de gidin gali hadi, enerjinizi yeterince aldım kanımca:)

Öperim (lafın gelişi),
Kanatlı Kedi





12 Nisan 2020

Karantina Çelıncı - 19

Merhabalar, mutlu pazarlar vd.

Ne habersiniz? Ben de iyi işte, bugün hiç haber okumadım. Yani sabah daha tam uyanamamışken bilinçsizce telefonu elime alıp haber sitelerine girişimi saymazsak, ki bence saymamalıyız çünkü hiçbir şey hatırlamıyorum.

Polen alerjisi başladı bende geçen sene. Gözlerim kaşınıyor, burnum akıyor ve sürekli hapşuruyorum bu aralar. İşe giderken zor oluyordu, bu sıralar evdeyim, çok önemli değil ama gece hapşurarak uyanmasam, hapşuruk krizine girmesem daha iyi olacak sanki. Gece çişe kalkmak vardı, bi de bu çıktı başıma. Bi de u.ı uyandırırım endişesi var ama neyse ki hiç duymuyor sağolsun. Eve hırsız falan girse hiç uyanmaz, iyi. Uyansa n'apacak zaten? En iyisi uyumak.

Bugün biraz bayram temizliğine giriş yaptık. Paskalya'ya denk gelmesi tesadüf oldu tabi. (Paskalyanız da kutlu olsun bu arada) Paskalya kutlayanlar da bi gün öncesinde çılgınlar gibi temizlik yapar mı? Annem bayram öncesindeki bir hafta boyunca evin her tarafını temizlemeyi amaç edinir (-di, artık hem daha çabuk yoruluyor, hem de eskisi kadar umursamıyor). Hep birlikte çalışırsak amacına ulaşacağını düşünürdü ama biz hep yan çizerdik gereksiz evlatlar ve gereksiz koca olarak. Bi de dalga geçerdik kadınla "ya anne ne gerekh var yhaaa, abartma biee" diye. Halbuki senede bi defa koltuğu, kapıları silmenin iyi bi fikir olduğunu düşünüyorum şimdi ben de. Tüm mutfak dolaplarını silmek, mutfak dolabının, gardrobun üstünde biriken tozları silmek... Gereksiz eşyalardan, orda burda bekleyen elektronik alet kutularından kurtulmak... Banyo-tuvalet duvarlarını silmek, sıcak su borularının üstünde biriken yarım santimlik toz tabakasından kurtulmak... Buzdolabının, fırının içini silmek...

Kısacası bahar temizliğinin çok güzel bir fikir olduğunu düşünüyorum artık. Tabi hepsi bir günde olmaz, dolayısıyla annem gibi bir haftaya yaysak ne güzel olur. Bugün u. da ikna oldu, yaptık birazını. Ellerim kurudu ama içim ferahladı. Kalanı da sonra artık. Sonra derken, en kısa zamanda. Hıhı evet.

Bugün son zamanlarda yaptığım elişlerimden biriyle ilgili bi yazı yazdım öbür bloga. Şurda: coloroclock.com . Tekrar uzun uzun yazmaya üşendim ama kısaca şapka diye başlayıp kırlent örtüsü olarak bitirdiğim bi iş diyebilirim. Fotraf da koyayım bi tane:



Selam ederim efenim, bugünlük haberler bu şekil,
Sevgilerlen,
Kanatlı Kedi

11 Nisan 2020

Karantina Çelıncı 17-18

Selamlar efenim,

Koronayla ilgili iç karatıcı haberler ordan burdan gelip duruyor, pozitif çıkanlar, vefat edenler... Benim yakın çevremde çok kötü haber yok şimdilik, o yüzden oturup kara kara düşünmemeye çalışıyorum. O hakkımı sonraya saklıyorum, yakınlarda birini vurunca/vurursa... O zamana kadar kafayı sağlam tutmaya devam, ki o zaman da çok uzak görünmüyor zaten.

Ayh... iyimser bi şeyler söylemeye çalışırken karamsar konuştuğumu fark ettim. Hey gidinin virüsü, her bireyin çevresinde en az bir tanıdığını vuracak gibi. Bunu kabullensek rahata erer miyiz azıcık? Nası ercen saf, kimi vuracak, ne derece vuracak? Bunlar var sırada.

Ben kötü haberleri görmezden gelerek yaşamaya devam edeyim en iyisi. Meğersem benim normal yaşam biçimimin en doğrusu olduğu kanıtlanmış da, o yüzden herkes evinde oturuyormuş, kimse kimseyle görüşmüyormuş, partiler, düğünler her türlü toplumsal organizasyon tü-kaka ilan edilmiş, ben de bu yüzden evden çıkmadığım için vücuduma ya da topluma karşı bir suçluluk duymuyormuşum mesela... Ölümler hastalıklar normal seyrinde devam ediyormuş. Ne kaa da güzel. Evet sevgili insanlık... Kiminin ütopyası, kiminin distopyası işte (şeytani gülüş emojisi)

Yok ya valla, herkes bana benzemesin, aman tanrılar korusun. Benim de distopyam olur bu. Bu zamanlar geçsin de, yine aşırı sosyaller diğerlerini bastırsın ortamlarda, ben buna razıyım.

Bu sıkıcı geyik muhabbetinin dışında neler oluyor? Onu da anlatayım da, günlük yazdığımızın bi anlamı olsun.

Dün gece Ponyo'yu izledim, yıllar sonra tekrar. Çok güzel film, n'olur herkes izlesin, çoluğunuza çocuğunuza da izletin. Denizle aram pek iyi değil, karasal ortamda büyüdüm, korkarım kendisinden, ama barışasım geldi. Bi de o arkaplanlar, o küçük Japon arabaları, eve, anaokuluna girerken ayakkabı çıkarmalar, çubukla hüpletilen noddlelar... Şu zamanlarda içini açmak isteyenlere şiddetle tavsiye ederim.

Bugün de poğaça yapmaya kalkıştık, ne zamandır burnumda tütüyordu. Ama yakınlarda Türk fırını yok, bu zamanda hadi çıktık dauzaktakilere gittik diyelim, gitmeyiz de, hadi diyelim gittik... Onlarda da poğaça olacağının garantisi yok. Kendimiz yapalım öğrenelim dedik. Mayalı şeylerle aram yok normalde, yıllar önceki birkaç denemem kabarmadı, yapış yapış oldu falan bıraktımdı. Yine cıvık oldu, tarifin iki katı kadar un ekledik, kabardı, sonra baktık yine cıvık, tekrar un ekledik baya. Bi türlü yumak yapılacak hale getiremedik, biz de yaydık tepsiye, üstüne baharatlı lor peyniri yaydık, üstüne bi kat daha hamur... Hooop bi tepsi büyüklüğünde poğaçamız oldu. Yarısını yidik, yarısını buzluğa attık yememek için.

Ve yarım kalan örgüleri tamamlamaya çalışıyorum (onlarla ilgili yazıyı elişi blogumda yazıyorum, buraya linkini koyacağım bitince), wordpressle boğuşuyorum ve zaman çabuk geçiyor.

İşte bu kadar.

Hepinize selam eder, saygılarımı sunarım,
Kanatlı Kedi




09 Nisan 2020

Karantina Çelıncı 15-16

Bu haftanın kaytarmasını da dün yaptım, hayırlı olsun. Dün n'aptım bütün gün de, blog yazmadım? Valla düşünmem lazım, hatırlamıyorum. Çalışmadım, orası kesin. Yapılacaklar listesi yaptım, evi süpürmek vardı içinde, süpürmedim. Hah dur hatırladım: Elişi blogumun olduğu Wordpress'le boğuştum günün yarısında, hala öğrenemedim huyunu. Diğer yarısında duvar süsü gibi bi şey yapmaya çalıştım. Son halini veremeden de akşam oldu, yarım yamalak işler arasında yerini aldı. Şöyle bi şey:


    

Aralardaki parça pincik renkli kalın ipleri değerlendirmekti amacım ama beyaz ip çok baskın oldu, sevmedim. O kadar saat uğraştım diye içim yandı azıcık ama bunlar hep deneyim sonuçta.

Bugünse işgünüydü. Hollandaca öğrenmek için podcastler dinledim. Çok boktan bi seviyedeyim, anlayabildiğim, yani A2 seviyesinde ses kayıtları çok basit kalıyor, yeni bi şey öğrenmiyorum pe,k bi de sıkılıyorum artık, gerçek hayatta kimse öyle tane tane konuşmuyor. Hollandaca öğretme amaçlı olmayan kayıtların da büyük bölümünü anlamıyorum, dalıp gidiyorum. Her cümleyi odaklanıp dinlesem işe yarar mutlaka ama namümkün gibi. Seneye vatandaşlık sınavı için gerekli seviye B1 olacak sanırım, en son görüşmeler devam ediyordu. Belki bu sayede internetteki B1 seviye Hollandaca ses kayıtları çoğalır. 

Neyse, işten sonra Mybluprint'ten 16 Nisan'a kadar olan ücretsiz derslerden birini dinledim, örgüyle ilgili. Örtmenin ismi Kim Werker, tatlı tatlı anlatıyor. Bilmediğim daha bir sürü şey varmış. 

İşte böyle. Polen alerjim azmaya başladı evin içinde bile. Göz damlası vs için doktoru aramam lazım, erteleyip duruyorum... U.ın şirketinde de işten çıkarmalar olacağını duyduk bakalım, sakince her şeye hazırlıklı olmaya çalışıyoruz. Henüz başlamadı çıkarmalar, başlayınca iş ciddiye binecek büyük ihtimalle. Çok düşünmemek lazım. 

Bu arada Süper Ay'ı gördünüz mü? Çok güzeldi diy mi?


Selam eder, sevgili günler dilerim, 
Kanatlı Kedi




07 Nisan 2020

Karantina Çelıncı - 14

Nisan'ın yedisi, çelıncın ondördü. Zamanın bu kadar hızlı geçmesine isyanım var yine. Arada bir geliyor. İçimde büyüyemeyen bi ergen var zaten, bi bahane olsa da isyan etsek diye pusuya yatmış bekliyor. Büyü de gel çocuk, büyü de gel, diyorum kendime. Çünkü o tam bir ergen, içimdeki çocuk falan diye işi romantikleştirmeye kalkmanın manası yok:)

Miyazaki'nin hayatının on senesini anlatan belgeseli izledim. Daha önce paylaşmıştım linkini sanırım. Ama üşenmedim bi daha buldum bak burda. Huysuz, yaşlı, yaratıcı bir amcaymış. İzlediğim filmlerin arkaplanında neler döndüğünü görmek çok ilginçti. Yine bir şeyler üretmek için odaklanabilen, kendine bi rutin oluşturmuş, bi amaç edinmiş, hayatını anlamlı kılmış insanlara özendim. Oğluna olan acımasızlığına hem üzüldüm, hem de iyi dedim, hayatta "yapamıyorsan bu işi bırak" diyen birilerinin olması da güzel, birilerinin de bunu demesi gerekiyor. "İstersek her şeyi yapabiliriz" naifliği mi desem, şımarıklığı mı... Bazen ben de uyuyorum bu akıma ve her seferinde göt olup kalıyorum. Bazılarımız da bazı şeyleri yapmasın. Bazılarımız da büyük büyük şeyler başarmayıversin, büyük büyük hedefleri olmasın... Bu büyüklük arayışında eriyip gidiyor bazen günlerimiz.

Sofi'nin Dünyası'nı bitirdim sonunda. Keşke benzeri bi kitabım olsaydı da hemencik başlasaydım. Yok sanırım, yine Sibel K. Türker'in bir kitabına, Hayatı Sevme Hastalığı'na başlayacağım sanırım. Sesli kitap olarak da Suç ve Ceza'ya başladım Youtube'da. Nebi Kaya isimli bir hesapta okuyorlar. Çok güzel bir ses. Kitap da Dostoyevski'nin neden Dostoyevski olduğunu hatırlattı.

Yine, Dostoyevskili, Miyazakili, bu insanlarla benim aynı oksijeni soluyor olmamız mümkün mü, adil mi, diye düşündüğüm bir günden, hepinize selam ederim,

Kanatlı Kedi 

06 Nisan 2020

Karantina Çelıncı - 13

13. günden merhabaaalar.

Üstümde yine olumsuz bi havalar var ama merak etmeyin, çok üstünde durmadan, iki link paylaşıverip gidicem:

Birincisi https://www.mybluprint.com/ . Normalde ücretli olan kursları, Korona sebebiyle 16 Nisan'a kadar ücretsiz. Genellikle elişi, yemek, sanat gibi konularda, "kendin yap"abilesin diye kısa kısa derslerden ibaret. Tam istediğim gibi yemek dersleri var, mutfakta neyi neden ve nasıl kullanırız gibi sorulara cevap veren. Şimdilerde şunu izliyorum: 20 Essential Cooking Techniques

İkincisi ise bolca podcast linki paylaşan Gülen Blog'un yazısı: Şurda. Özgür Mumcu ile Eray Özer'in sunduğu Yeni Haller'i dinledim şimdiye kadar, sevdim. Diğerlerine de yarın filan bakıciim. 

Dinlencek çok şey var efem, çok şükür.

Sevgilerlen,
Kanatlı Kedi

05 Nisan 2020

Karantina Çelıncı - 12



Yeni yoga matım geldi ama yardımınıza ihtiyacım var. Kayıyor bu nalet şey. Ellerim ayaklarım kayıyor, üstelik daha dersin başında, daha terlemeye tam olarak başlamamışken... Kaymayan matı bulmak için bissürü yorum okumuştum, sonunda yine korktuğum başıma geldi. 

Sizin matınız da kayıyor mu? Ne yapmak gerekir? İnternette bikaç yazı buldum konuyla ilgili. Yeni aldığın için kayıyordur, zamanla düzelir diyen de var, özel mat spreyiyle sil diyen de, makineye at diyen de... Makineye atılabilen bir mat olduğundan emin değilim. PVCden yapılmış ama ne demek bu? Ahanda ürün bu: https://www.gaiam.nl/premium-granite-storm-yogamat-6mm/ 

İnsan eli kayarken nasıl plank duruşu yapabilir ki? O kadar şikayet ettiğim kilimim daha iyiydi sanırsam:/

Aldığım firmaya mail attım, anlattım durumu, nasıl çözebilirim bu problemi diye sordum. Cevap verirler mi bilmiyorum. O zamana kadar fikrinize ihtiyacım var. Gerçekten zamanla düzelir mi? Düzelmez derseniz, 30 gün içinde iade hakkımı kullanabilirim belki. 

Bugün kayıp durduğum için hep yaptığım video egzersizini bitiremedim, daha kolay, oturduğum yerden esnemeli bi versiyonunu yaptım. Yine Çetin Taşdemir'in şu videosu. Başlangıcın da başlangıcı bu.

Vee hurmalı, şekersiz atıştırmalık yaptım. Tarif kimden? 2cities1woman'dan. Benim ıslattığım hurmaların birkaç tanesi kurtlu çıktı, mecbur çöpe attım. Boyutları da sanırım biraz küçüktü. Kakaoyu da biraz fazla koymuş olabilirim (silme değil de tepeleme mesela). Sonuç olarak tadı biraz fazla bitter oldu. Ben bitter severim de, u. yemez diye biraz değiştirdim tarifi: Tatlansın diye bir muz ekledim, ezdim, karıştırdım, tabi çok cıvık oldu bu sefer de. Bir miktar daha ceviz badem ezmesi ve hindistan cevizi ekleyip karıştırdım. Yuvarlak yapılabilecek bi kıvama gelince oh dedim kurtardık. 

Bana ders olsun, kakaoyu öyle tepeleme değil, silme koy, hurmasını da bol tut, cimrilik etme. 

Tadını çok sevdim. Meğer hurma ne şekerli bi meyveymiş! Normalde bi oturuşta hepsini yiyebilirim ama ufak tefek porsiyonlarla alıyorum yanıma ki yemeyeyim. 

Bu tip şekersiz tariflerde genellikle yarım yamalak bi tatlılık oluyor, o sağlıksız şekerlerin yerine geçmiyor bi türlü. Ama bunu sevdim. Sıkılana kadar epey bi süre idare eder bu beni. Haftada bir yapsam tüm hafta evde çikolatam hazır. Hurmayı kurcalamaya devam edeyim. 

Dünkü en büyük heyecanım bu tarifti:) Günün kalanında bi sıkıntı, bi gelecek kaygısı vardı üstümde. Korona bittikten sonrasını düşünüp dertlendim saçma olduğunu bile bile. İş güç n'olacak, yeni iş aramaya şimdiden başlasam mı, elişlerimden para kazanmak için bi yol bulmaya mı odaklansam, diye bi başladım, varoluşsal problemlere doğru gittim. DErdini anlatan insanlara hep söylediğim şeyleri kendime söylemeye çalıştım: Bugün bunları düşünmenin sana ne faydası var ki, zamanı gelince düşünürsün, belki o zamana kadar öleceksin (kendime daha açıksözlü/kaba olabiliyorum tabi), bugününü düzgün yaşamaya baksana... vs. Ama işe yaramadı tabi ki. Panik yapma moduna girmişim bi kere, kendimi duyamaz olmuşum. Ben de kendime panik yapma hakkı verdim, dedim nasıl olsa yarına geçer, geçti nitekim. Yani aynı sorular hala duruyor yerinde ama şu anımı engellemiyor en azından.

Bugün de böyle geçiyor, 
Selam ederim efem, 
Kanatlı Kedi

04 Nisan 2020

Karantina Çelıncı - 11

Ay iki gündür ne öreceğimi bilememenin verdiği bi salaklık, bi sıkıntı var üstümde. İpleri elime alıp alıp bırakıyorum. Ayrıca yarım bıraktığım bissürü şey var, hani yastık yapacaktım mesela?  Sürekli bi tatminsizim bu aralar. Aman geçer gider dey mi, evet. 

Dün akşam Zoomla parti yaptık Hollandaca dil kursumla. Farklı sınıflar bir aradaydı. Kurtadam yakalamacalı bi oyun oynadık. Zoomla ne kadar olursa, o kadar güzel ve eğlenceli bi partiydi. Yalnız bu karantina halleri benim asosyal yapıma çok uygun bi sosyalleşme sunuyor. Bugünler geçip gidince özleyebilirim. 

Bugünlük böyle çok diyecek bi şeyim yok. Tatminsiz bi korona cumartesisi olarak geçsin kayıtlara.

03 Nisan 2020

Karantina Çelıncı - 10

Onuncu günün şafağında yavaş yavaş başladık "ay ben dün yazmayı unutmuşum" demelere. Çelıncı başlatan kişi olduğum için ekstra suçluluk duyuyordum ama kendimi sakinleştirdim. Tamam, bi birlik beraberlik duygusu, dayanışma güzel ama yani kendini bu kadar suçlu hissetmeye de gerek yok canım! Rahatlamaya geliyoruz buraya. Her gün uzun uzun yazacak malzemen olmaz, halin olmaz, psikolojin bozuk olur, dünyaya yansıtasın gelmez... Bu durumlarda gelip telefondan bir cümle yazmak da bi seçenek, hiçbi şey yazmayıp ertesi gün toparlanınca iki günü birden yazmak da... Diy mi ama?

Bugün saat zoruyla da olsa erken kalktım, yani 8.30da. Yine tam olarak hatırlayamadığım mutsuz rüyalar etkisiyle mutsuz uyandım. Ama alışıyorum galiba, aman rüya işte be, deyip çıktım yataktan, hızlıca kendime gelip yogaya başladım. Son kez kilimin üstünde yaptım, umarım. Bugün gelecekmiş yoga matım, çok heycanlı...

Yoga sonrası nefes alıştırmaları videolarına şöyle bi göz attım. Benim burun deliklerim çok küçükmüş, ameliyat olsam da tekrar küçülebilirmiş beş yıl içinde falan, o yüzden bu burunla yaşamaya alışmaya karar verdim ama tabi hep yarım yamalak nefes alıyorum, kısa kısa. Hani yogada derin nefes al diyor, bekleyip bekleyip sonra ver diyor ya, ben o arada üçüncü nefesimi alıyor oluyorum. Herkeste oluyor mu bu bilmem? Belki egzersiz iyi gelir, yapayım bi ara. Eğitim şart zira.

Miyazaki'nin belgeselini paylaşmış 2cities1woman. Çok sevindim. Sanırım bugün iç huzurumu bu belgeselle sağlayacağım.

Monk izliyoruz bu arada, son 3 bölüm kaldı. Hüzünlüyüz. Mr. Monk'un bütün takıntılarını kabullenmiştik, derdi derdimiz olmuştu, ufak sevinçlerine sevinmiştik. Cimriliklerine/empati yoksunluğuna gıcık olmuştuk. Özellikle de senaryodaki saçmalıklara gıcık olmuştuk ama ona rağmen izlemiştik... Yapacak bi şey yok, bitecek bitmekte olan.

Şimdi, 12ye kadar aç biilaç beklemek zorundayım intermittent fasting sebebiyle. Bugün şekersiz, hurmalı muzlu kakaolu bi şey yapmak istiyorum, hani diyet ama lezzetli bi atıştırmalık olsun diye. Kek olur, kurabiye olur... Tarif bilen varsa paylaşırsa pek bi makbule geçer. Yoksa da Gogıllarda kaybolacağım demektir yine.

Aa unutmuştum, bi de akşam borrelımız var. Yani ufak parti gibi bi şey. Hollandaca kursunda her dönem sonunda oluyor normalde, bu kez Zoom üstünden olacak tabi, herkes evinden katılacak. Sesine güvenenler şarkı söyleyecek. Geçen ders en sevdiğimiz Hollandaca şarkıyı seçip bildirdik örtmenimize, onlardan birkaç tanesini söyleyecekler. Örtmenimizin sesi çok güzel, hatta spotify'da bi grubu var: Snowapple

Ben de şu şarkıyı seçtim, "Çok Güzel Bir Gün" karşınızda efem:



Sevgilerlen,
Kanatlı Kedi





02 Nisan 2020

Karantina Çelıncı - 9

Merabaa,
Yatağa girince fark ettim bugün de yazmadığımı, ilk defa telefondan blog yazıyorum, çok heyecanlıyım, hadi hayırlısı... 

Bu sabah yoga yaptım yine, yine Çetin Cetintas. Kilim yine kayıp durdu, yine bi an önce mat almalıyım dedim. Sonrasında hemen oturup sipariş vereyim dedim ama bak bak bi türlü karar veremedim, saatlerimi aldı. Neyse sonuçta seçtim bakalım, yarın gelecekmiş inş.. 

Onun dışındaaa pek bi şey yapmadım, 2 gün önceden kalan brokoli haşlama suyuna evdeki brokoli ve karnabahar kazıklarının etrafını soyup rendeledim, biraz havuç rendesi ve kırmızı mercimek de ekledim, brokoli-mercimek çorbası yaptim. Güzel oldu bence. Böyle sebzeleri falan hiç çöpe atmıyoruz sürekli evde yeyince, çok mutlu oluyorum. 

Eskimekte olan mandalinalar var, onlar çürümeden lezzetli bi şeylere dönüştürsem diyorum, yarın bi araştırayım.

Onun dışında yarın sizin bloglara da bi göz atayım, epeydir uzak kaldım. 

Selamlar, 
Kanatlı Kedi

01 Nisan 2020

Karantina Çelıncı - 7-8

Selam,

Evet dün yazmadım, unutmadım ama yorgundum. İnsan evde nasıl yorgun olur? Şöyle: 3 gecedir düzgün uyuyamıyorum nedense, sık sık uyanıyorum ve kötü rüyalar görüyorum, saçma sapan o bana bunu dedi, ben ona şunu dedim türünden kötü, yoksa öyle canavarlı manavarlı kabus değil. Uyandıkça bi an önce tekrar uyumaya çalışıyorum, belki hemen uyursam kaldığım yerden devam ederim ve belki bu sefer olaylar güzelleşir, diye.  Halbuki çoğu zaman çişim oluyor ama o uykulu kafayla bunu fark etmiyorum, epey bi zaman uyumaya çalışıyorum yatakta, sonra saatin çalmasına yakın anlıyorum tuvalete gitmem gerektiğini. Sonra da nalet olsun senin gibi uykuya diye söve söve uyanmaya çalışıyorum.

Güne böyle başlayınca mesai de sürekli bi uykulu geçti tabi 3 gündür. Dün işten sonra kıvrıldım yattım, uyumadan. Sonra kalkıp Hollandaca dersime girdim, sonra geri kıvrılacaktım ki uzun zamandır görüşmediğimiz okey arkadaşlarımızın arayacağını hatırladım. Güzel oldu ama baya bi sürdü. Telefonu kapatır kapatmaz yatağa koştum. Sadece blog değil, yoga da yalan oldu tabi.

Bugün de aynı şekilde deli gibi uykum var. Üçüncü kahvemi içiyorum ama saat daha 18 civarı, geceyi etkilemez diye umuyorum. Sanki şu an uyusam, yarın sabah çok dinç kalkacakmışım gibi bi his var içimde ama direniyorum. 5 saat sonra, gecenin köründe uyanıp geri uyuyamamak da var.

Bugün işleri biraz erken bitirdim, teslim etmeye atölyeye gittim. Yönetici asistanı olan arkadaşın da bu ay sözleşmesinin bittiğini, yenilenmeyeceğini öğrendim. Şirketin de ne kadar dayanacağı belli değil dedi. Göreceğiz bakalım. Bu sıralar beklemekle geçiyor zaman. Bir sonraki adım hep beklemek.

MS 2150 kitabı sonunda bitti. Çok tuhaf bi kitaptı, hiç böyle bi roman okumamıştım. Bolca reenkarnasyon filan var. Uzak doğu felsefeleriyle bağlantılı sanırım kitaba hakim olan temel görüş. O felsefelerden çok haberim yok, o yüzden kesin konuşamıyorum ama hoşuma gitti, inanmak istedim. Reenkarnasyon gerçek olsa, ne güzel olur. Kitap diyor ki, insan başına gelen her şeyi kendi seçer, acıyı da. Önceki hayatlarında yaşadıklarından dolayı acıyı seçebilir misal. Bi yaşamında köle tüccarı olursan, bir yaşamında da köle olursun. Ama bu ceza değildir, bunu kendin seçersin. Aslında her şey mükemmeldir.

Bu son derece pasif düşünce beni biraz rahatsız etse de, kitapta günümüz yaşamına yöneltilen eleştiri oklarını çok sevdim. Kafam hala karışık, kitabı tam olarak değerlendirebilmek için bi kez daha, bu kez basılı versiyonundan okumam şart. 

Şimdi Sofi'nin Dünyası'na rahatça odaklanabilirim. 4 gün mesai yok. Çılgın yemek denemelerimlen ve yoga şikayetlerimlen karşınızda olabilirim.

Selametle,
Kanatlı Kedi