25 Ağustos 2016

Bir Belgesel: Remake, Remix, Rip-off

Yeşilçam hakkında Türkçe bir belgesel (ismine aldanmayın). 

50lerden 90lara kadar Yeşilçam'da film nasıl çekilirdi? Dünyayı Kurtaran Adam gibi tuhaf filmler nasıl ve neden yapıldı? Seks filmleri furyası nasıl başladı? Batı sinemasından hangi müzikler/konular kopyalandı? Kopyalamak neden o kadar kolaydı? Eski oyuncularla, dublörlerle, yönetmenlerle yapılan röportajlarda cevap veriliyor bu sorulara, filmin başında. Bu kısımlar oldukça eğlenceli. Yaşarken acı veren ama üstünden zaman geçince komik hikayelere dönüşen saçma anıları dinlerken hep olduğu gibi, kıkır kıkır gülebiliyor insan. 

Sonra Yeşilçam'dakilerin kaliteli filmler çekmek isterken saçma filmler çekmek zorunda kalmalarının sebepleri sıralanıyor. En başta sansür geliyor tabi. Seks filmlerine ses çıkarmayan Ankara'daki sansür merkezinin ciddi, insanı düşündürecek filmler çekileceği zaman nasıl da kontrolcü olduğunu anlatıyor. Hatta sadece siyasi/toplumsal içerikli filmler değil, suya sabuna dokunmayan süperkahraman veya aşk filmleri de sansürden nasibini alıyor. Röportaj arasında gösterilen film sahnelerinden birinde bir süperkahraman olan Kilink'i Türk polisi yakalıyor ve Kilink "Dünyanın hiçbir yerinde yakalanmadım, Türk polisine yakalandım, Türk polisi ne kadar da mükemmel" minvalinde uzun bir konuşma yapıyor. Hani gülüp duruyoruz ya "hiç mi utanmamışlar bu senaryoyu yazarken, filmi çekerken" diye, hani küçümseyip duruyoruz ya Yeşilçam'ın bu tür filmlerini, işte bu belgesel diyor ki: "Utandılar, gurur duymuyorlar kendileriyle, gerçek bir film çekmek hayalleri hep vardı ama ellerinde değildi."


Zengin kız fakir oğlan hikayelerinin halkı uyutmak için yapıldığını, desteklendiğini ünlü Yeşilçam oyuncularından duymak nedense rahatlatıyor insanı. (Bu arada "Bizim halkımız hislidir, ağlamayı sever" diyor eski jönlerden biri. Ardından Sultan filminde kadınların koştura koştura sinemaya gidiş sahnesi çıkıveriyor karşımıza, gülmemek mümkün değil.) "Şu an saçma sapan dizilerde durmadan başrol oynayan ünlü ve genç oyuncular yaptıkları işler hakkında ne düşünüyorlar acaba?" sorusu geliyor aklıma. Hele ki ismini hashtag yapan fanlarına bol kalpli gülücüklü teşekkür tivitleri gönderenler... Bu kadar saçma senaryolara aşık olan fanlarını öyle çok seviyorlar mı gerçekten? 

Konuyu dağıtmadan devam edeyim. Yeşilçam'dan bize kalan sinema salonlarına değiniyor belgesel. Emek sineması eylemlerini, gaz sıkmaları öyle bir anda veriyor ki ekrana, anıları dinlerken yüzümüze yerleşen acı gülümsemeler birden kaçışıyor. İnsanın içi yanıyor. Ne desem sözlere dökünce gereksiz duygusallığa dönüşecek ama ekranda biber gazı görmek artık hep içimi yakıyor. Elimden bi şeyler alınmış, çığlık atmışım, kendimce dövüşmüşüm, hiçbi işe yaramayınca kaçıp buralara gelmişim gibi... özlem, suçluluk karışımı tuhaf bir duygu. Neyse, duyguları geçelim, beceremiyorum zaten.

Günümüzde Yeşilçam'dan çok daha acımasız olan dizi sektörüne sıra geliyor Emek'ten sonra. Oyuncular Sendikası'nın Yerli Dizi Yersiz Uzun eylemlerinden, sette uzun çalışma saatleri yüzünden ölen, yaralanan set işçilerinden bahsediliyor. Yeşilçam'dakinden çok daha kısa sürede, birkaç günde 2 saatlik dizi çekmenin saçmalığından, ortaya çıkan işlerin iyi olmasının mümkün olmayışından yakınıyor yönetmenler, oyuncular. 

En sonda yine birkaç Yeşilçam sahnesiyle yüzümüze gülücükleri ama bu sefer arkaplanı daha dolu gülücükleri yerleştirerek başımızı okşuyor yönetmen. 

---

Film boyunca ve sonrasında bu belgeseli izleyen birinin "ben belgesellerden sıkılıyorum" demesinin imkansız olduğunu düşündüm. Belgesel izlemeye sinema salonuna gitmenin saçma olduğunu düşünen onlarca insan var hala hayatımda. Halbuki 2 saat içinde hiç bilmediğim bir dünya hakkında bir sürü şey öğrendim, hem de hiç sıkılmadan, her dakika dikkatle dinleyerek, izleyerek, gülerek, duygulanarak. Belgeselin sıkıcı tarih/doğa/bilim anlatımından farklı bi görevi olduğunu beynime kazıyan Documentarist'e  bol bol teşekkür ettim içimden.

Kısacası, yeni nesil belgeseller güzeldir, izleyiniz.

Ek: Bu belgesel Türkiye değil, Almanya yapımı (Şaşırdık mı? Hayır). Yönetmen Cem Kaya zaten Almanya'da yaşıyormuş. 

Ek 2: Eee ben bunu nerden bulup da izleyecem diyenler için gelsin (elbet başka mecralarda gösterilecektir, takipte kalınız): 
http://remakeremixripoff.com/
https://www.facebook.com/remakeremixripoff/



24 Ağustos 2016

Kadın Filmleri Listesi

Yine işim gücüm yokmuşçasına yaptığım, yaparken psikopatça zevk aldığım bir liste ile karşınızdayım sevgili insanlar. Kadınlarla ilgili filmleri araştırıp sonra izlemek üzere kendi kendime not ederken, neden izlediklerimin listesini yapmıyorum? dedim kendime. Hem yıllar önce izlediklerimi hatırlamış olurum...

Kadın filmlerinden kastım ne peki? "Başrolünde kadın olan, kadınlık konusuna değinen, ucundan kıyısından da olsa bu konuya değinmeyi dert edinen filmler" diyebiliriz. 

Aklıma geldikçe eklerim. Mutlaka izlenmeli dediklerinizi siz de belirtirseniz çok makbule geçer.

(Kadın yönetmenleri renkli yazdım ki gözümüze çarpsın, isimlerini öğrenelim.)

Film Yıl Yönetmen Anahtar Sözcükler
Volver (Dönüş) 2006 Pedro Almodovar Penelope Cruz, Estrella Morente
Sufragette (Diren!) 2015 Sarah Gavron Helena Bonham Carter, Meryl Streep, Carey Mulligan, dönem filmi
Obvious Child 2014 Gillian Robespierre Stand up
Pale e Tulipani (Ekmek ve Laleler) 2000 Silvio Soldini Licia Maglietta, Venedik
Hunger Games (Açlık Oyunları) 2012 – 2014 – 2015 Gary Ross Suzanne Collins, distopya
Papurika (Paprika) 2006 Satoshi Kon Japon, Animasyon
Et Maintenant on va ou? (Peki Şimdi Nereye?) 2011 Nadine Labaki Lübnan
Frances Ha 2012 Noah Baumbach Greta Gerwig
The Help 2011 Tate Taylor Emma Stone, Viola Davis, Kathryn Stockett, dönem filmi, ırkçılık
Agora 2009 Alejandro Amenebar Rachel Weisz, dönem filmi
Marie Antoinette 2006 Sofia Coppola Kirsten Dunst, dönem filmi, biyografi
Frida 2002 Julie Taymor Salma Hayek, biyografi, dönem filmi
Hannah Arendt 2012 Margerethe von Trotta Biyografi, dönem filmi, Naziler, Adolf Eichmann, Barbara Skowa
Out of Africa (Benim Afrikam) 1985 Sydney Pollack Meryl Streep, dönem filmi, sömürgecilik
Saving Mr. Banks (Mr. Banks) 2013 John Lee Hancock Emma Thompson, dönem filmi, biyografi, Disney, P.L. Travers, Mary Poppins
Nymphomaniac (İtiraf) 2013 Lars von Trier Charlotte Gainsbourg,
Blue is the Warmest Colour (Mavi En Sıcak Renktir) 2013 Abdellatif Kechiche Lea Seydoux, lezbiyenlik
Mustang 2015 Deniz Gamze Ergüven Türkiye
Amelie 2001 Jean-Pierre Jeunet Audrey Tautou
Coco Avant Chanel (Coco Chanel'den Önce) 2009 Anne Fontaine Audrey Tautou, biyografi, dönem filmi
Chocolat (Çikolata) 2000 Lasse Hallström Juliette Binoche
Sukkar Banat (Karamel) 2007 Nadine Labaki Lübnan
Dancer in the Dark (Karanlıkta Dans) 2000 Lars von Trier Björk, Catherine Deneuve
Violette

2013

Martin Provost

Simone de Beauvoir, Violette le Duc, dönem filmi, biyografi, edebiyat, yazar
Me and You and Everyone We Know

2005 Miranda July Çağdaş sanat

İncir Çekirdeği

2009

Selda Çiçek

Özgü Namal

Julie & Julia

2009

Nora Ephron

Meryl Streep, Amy Adams
Fried Green Tomatoes

1991

Jon Avnet

Kitap uyarlaması

The Proposal

2009

Anne Fletcher

Sandra Bullock

The Holiday

2006

Nancy Meyers



Toni Erdmann

2016

Maren Ade

Bireyselleşmek hk., Alman filmi
Queen

2013

Vikas Bahl

Hint filmi

























23 Ağustos 2016

Memleketten Film Gelmiş



Hollanda'da World Cinema Amsterdam diye bir festival var. Bu sene yedincisi düzenleniyor. Şansıma bu seferkinin alt başlıklardan biri "Türkiye Sineması". Senenin neredeyse her gününün bir film festivalinden nasiplendiği bu yelli değirmenli ülkede, bu alt başlığı duyunca WCA daha bi ilgimi çekti. Hele ki aylardır nereden bulabilirim diye düşündüğüm Toz Bezi'nin de gösterileceğini duyunca havalara uçtum. 

Toz Bezi üç farklı günde gösterildi. İlk ikisinde burada değildim. Üçüncüsüne gidecektim ki - tamamen kendi aptallığımdan - gösterime geç kaldım. Geç de olsa izin verirlerse gireyim diyordum amma yer yoktur deyü almadılar. Kendime sinirlendim, kaçırdığıma üzüldüm... Öte yandan film için sevindim. Çünkü yine burada düzenlenen Kırmızı Lale Türk Filmleri Festivali'nde ikisi Utrecht'te biri Amsterdam'da üç filme gitmiştim, üçünde de salon neredeyse boştu. Sanırım Kırmızı Lale'de festivalin tanıtımı yeterince yapılamamıştı, kendimce bu sonuca vardım.

Kısacası Toz Bezi'yle buluşamadık yine ama bulucam kızım seni! Peşindeyim, kaçamazsın benden.


Festival'de başka hangi Türk/Kürt  filmleri var? 

Abluka
Yönetmen: Emin Alper
Konu: Eski mahkum Kadir, polise yardımcı olma şartıyla tahliye edilir. Çöplerden kağıt, plastik vs toplayanların kılığına sokulur. Asıl işi ise şüpheli mahallelerde terörist eylemler hakkında polise bilgi sızdırmaktır. Dış düşman tehditlerinden geçilmeyen Türkiye'de sıradan insanın hayatına dahi sinmiş paranoyayı anlatıyor film.

Ana Yurdu 
Yönetmen: Senem Tüzen
Konu: İstanbul'da modern bir yaşam süren Nesrin, boşanmıştır. Uzun zamandır yazmayı planladığı romanını bitirmek için, ölen büyükannesinin boş evine, Anadolu'da bir köye gider. Fakat kısa süre sonra annesi de (Mustang'daki büyükanne yani Nihal Koldaş) yanlarına gelir. Fragman'dan anladığım kadarıyla film, anne ile kızının arasındaki gerginliği, kuşak çatışmasını, geleneklere isyan eden modern kadının ailesiyle bağının gerilmesini işliyor. Ki bunlar bende izlemesi çok acı veren fakat unutulmayacak filmlerden biri olduğu izlenimini uyandırıyor.

Bakur
Yönetmen: Çayan Demirel, Ertuğrul Mavioğlu
Konu: PKK militanlarının gündelik hayatı hakkında bir belgesel. Festival broşüründeki tanıtım yazısı şöyle diyor: "Türkiye'nin güneydoğusundaki Kürtler ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüklerini düşündükleri için politik bir örgütlenme olan PKK ve O'nun silahlı kolu kuruldu." Yazar Celal Altuntaş da PKK hakkında konuşma yaptı festival dahilinde. Ben yine katılamadım tabi ki.

Kıyıdakiler
Yönetmen: Erdem Tepegöz, Barış Pirhasan, Alphan Eşeli, Melisa Önel, Ramin Matin
Konu: Kısa filmlerden oluşan bir uzun metraj olan bu film, insan hakları ve kadınların Türkiye'deki konumu hakkında bir AB projesinin parçası olarak çekilmiş. Bir yerdeb bir yere göçmek zorunda kalanların yaşadıklarıyla ilgili.

Kümes
Yönetmen: Ufuk Bayraktar
Konu: 1950lerde vereme yakalanan Saniye (Hasibe Eren) kısa süre sonra öleceğini düşünür ve çocuklarının anasız büyümemesi için kocasının tekrar evlenmesini ister. Kısacası eve kuma gelir fakat kısa bir süre sonra Saniye'nin veremi iyileşir. İki kadın ve bir adamlı evdeki gerginliğin işlendiğini tahmin ettiğim filmde Hasibe Eren'i görünce komedi sanmayınız, değil.

Mavi Dalga
Yönetmen: Zeynep Dadak
Konu: Deniz ve arkadaşları lisenin son sınıfında, ergenliğin doruğundalar, hiçbir şeyi umursamazlar. Ama artık umursamak zorundalar, şimdi adının ne olduğunu bilmediğim, eskiden ÖSS denilen belayla karşı karşılar. Hangi meslek, hangi üniversite... Bir sürü ciddi soru.

Remake, Remix, Rip-off
Yönetmen: Cem Kaya
Konu: 60larda ve 70lerde Türkiye'de sinemaya ilginin yükseldiği, senaryoların yetmediği dönemde, ünlü batı filmlerinin Türk işi kopyalarının yapılışının anlatıldığı sinema üzerine dönemsel bir belgesel. Kopyalamada emeği geçen isimlerle röportajlar var, kaçırmak istemediklerimden biri, becerebilirsem.

Veşarti (Gizli)
Yönetmen: Ali Kemal Çınar
Konu: Kürtçe olan filmde Ali Kemal'in düğün günü yaklaştığı sıralarda dükkanına bir kadın girer ve Ali Kemal'in kadına dönüşeceği kehanetinde bulunur. Ali Kemal başta inanmasa da böyle şeylerein olabileceğini gördükçe kafası karışır. Filmin fragmanı siyah beyaz. Bu tuhaf görünen konunun arkasında, Kürt toplumunda kadına biçilen rolü işlemeyi amaçlamış yönetmen. İzlemek gerek.


Kısa Filmler:

Azad (17')
Yönetmen: Yakup Tekintangaç
Konu: Azad küçük bir Kürt çocuğudur. Annesi Sosin ile birlikte İstanbul'da bir apartman dairesinde yaşarlar. Sosin işe giderken, bırakacağı kimse olmadığı için, Azad'ı eve kilitler. Azad tüm gün evde sıkılır, kendini eğlendirmenin yollarını bulur...

Meral, Kızım (21')
Yönetmen: Sühela Schwenk
Konu: Meral yıllarca ailesinden ayrı yaşar fakat geçirdiği trafik kazasında yatalak olunca yanlarına dönmek zorunda kalır. Gelenekçi olan aile yaşamı çaresiz Meral'i boğmaktadır. Neyse ki kızkardeşi yanındadır...

Salı (12')
Yönetmen: Ziya Demirel
Konu: Lise çağındaki Aslı okula giderken, basketbol oynarken ve otobüsle eve dönerken üç farklı adamla karşılaşır ve yönetmen bu sayede bize büyük şehirde, günlük hayatta karşılaşmalarla kurulan ilişkileri anlatır...

Savaş Bölgesi (6')
Yönetmen: Oğuzhan Kaya
Konu: Savaş bölgesinde, ofiste sıradan bir gündür. Kopyalanması ve yok edilmesi gereken sonsuz belge vardır...

A Short Film About Wong Kar Wai (24')
Yönetmen: Ömer Çapoğlu
Konu: Kara sevdalı Harun, sokakta gezinirken film (hayal) satıcısı Erhan'a rastlar. Wong Kar Wai filmleri Harun'u alır götürür...

Tuhaf Zamanlar (11')
Yönetmen: Mehmet Emrah Erkani
Konu: Orta yaşlı bir travesti olan Haldun geceleyin yürüyüşe çıkar. Bir araba durur, içinde üç potansiyel müşteri vardır, biner ve olaylar gelişir...


Ekstralar

- Festivalde ana başlıklardan biri Türkiye Sineması olduğu için, bir akşam Türk müzikleriyle "Cinema Turkey Now Party" yapıldı. 

- Ayrıca kadın sinemacılar hakkında yapılan bir söyleşide (Women in World Cinema) Toz Bezi'nin yönetmeni Ahu Öztürk de konuşmacılar arasındaydı. İkisine de gidemedim ne yazık ki...

- Son olarak, festival boyunca Türk içecek ve yiyecekleri sinemanın barında satılıyor. Amsterdam'ın göbeğinde bir barda rakı veya Efes birası içebilmek, poğaça, pide, baklava vs bulabilmek, değişik bir duygu. 


Kısacası:
Yine bol dertli bir Türkiye sineması seçkisiyle daha karşınızdayız. Ülke dertli... Gerçekleri anlatarak üretmek isteyen herkesin içinde, geleneklerle boğuşmak ve kendi kimliğini oluşturmak arasında sıkışıp kalma duygusu var. Nasıl dertli olmasın ki filmler? Yine de tüm filmlerin "Çoğunluk" kadar yorucu olmamasını umuyorum, ard arda kaldıramıyorum yoksa. Bakalım...






12 Ağustos 2016

Film: The Help (Duyguların Rengi)



Bir kitap ünlü olduğunda, ne ile ünlendiyse, onun hakkında bir kapak tasarlayıveriyor yayınevleri. Dolayısıyla bi kitabın filmi çıktıysa, illa o filmden bi sahne koymak zorunda hissediyorlar kapağa. Muhtemelen okurun Hollywood simalarını kitap kapağında görmesi satışları arttırdığı için bu yolu tercih ediyorlar. Fakat bu durum bazen kitabın sıradan görünmesine sebep olabiliyor. Kitabın içeriğini anlatamayabiliyor.

Örneğin Duyguların Rengi. Filmi çıkmadan önce Türkçe'ye çevrilmedi sanırım. Türkçe baskısında bulabildiğim tek kapak yanda gördüğünüz. 

Bu kitap türkiye'de ilk defa vitrinleri işgal etmeye başladığında "püf" deyip geçmiştim. Uluslararası bestseller olan, üstüne bir de filmi çekilen romanlara karşı önyargım var. Kapakları hep birbirine benziyor. Gerçeklerden uzak, prenses hikayeleri. Bu kitabı da öyle bi şey sanmıştım. Hiç girmedi ilgi alanıma. Dört tane kadın vardı kapakta, ikisi hizmetçi, siyahi. "Duygu" kelimesi geçiyordu kocaman. Üstelik mottosu "Değişim bir fısıltıyla başlar." idi. Dedikodular, duygular, kadının özgüveni vs... Modern dünyanın dillere doladığı, moda haline getirdiği özgürlük vaatlerini çağrıştırdı hemen.

Şimdi neden birden ilgileniverdim o halde?

---

Geçtiğimiz günlerde bir internet sitesi keşfettim: www.whatismymovie.com Aklında bir film sahnesi var fakat hangi film olduğunu, kimlerin oynadığını hatırlamıyor musun? Birkaç anahtar sözcük yaz, site sana bütün ihtimalleri sıralasın.

Ben de siteyi kendi amaçlarım doğrultusunda kullandım. Şöyle ki, uzun zamandır hep kadın yazarlarla ilgili film izleme isteği dolanıyordu içimde. İçim şişmişti erkek dünyasına maruz kalmaktan. "Female author", "author, woman" gibi çeşitli söcüklerle arama yaptım, afişi ilgimi çeken filmleri not aldım. İşte o notların arasında The Help de vardı. Hatta en çok bu ilgimi çekti çünkü bir zamanlar hafızamda yer kaplamasın diye arka kapağını okumaya bile yeltenmediğim bu romanda, hiç beklemediğim şekilde kadın bir yazar/gazeteci yer alıyordu! Üstelik siyahi hizmetçiler hakkındaydı! Çok şaşırdım, önyargılarıma kızdım, ilk fırsatta da oturdum izledim tabii.

Filmdeki oyunculuklar müthiş, tam aradığım kıvamda bir gerçeklik var. Yazar, New York'ta magazin yazarı değil, gerçekleri yazarak ifade etme aşkı duyan gerçek bir yazar. Hikaye hizmetçilerle ilgili, bu da bu sıralar özellikle ilgilendiğim bir konu. Türkiye'de çıkan Toz Bezi filmini uzun zamandır takip ediyordum. Ağustos sonunda Amsterdam'da gösterilecek, heyecanla bekliyorum. Taa 2013'te bu bloğa "acaba blog yazan bir temizlikçi var mıdır?" içerikli kısa bi yazı yazmıştım. O zamanlar nereden aklıma geldi bu soru, bilmiyorum fakat o zamandan beri merak ettiğim konulardan biri. Sibel K. Türker'in Mecnun Kelebekler'i ve George Orwell'in Burma Günleri de pekiştirmişti merakımı. 

---

Ve tabi bu ilginin bir de kişisel bir sebebi var: Son iki yıldır hayatımda ilk defa, yaşadığım evde bir temizlikçi çalışıyor. Üniversite yurdunda da vardı ama bu seferki daha farklı geliyor nedense. Benim kirlettiğim ve istesem temizleyebileceğim şeyleri başkasına yaptırmak çok tuhaf bi şeymiş. Temizliğe zaman bulamayan biri olsam neyse ama zamanım var. Kiranın içine temizlik de dahildi, istesek de istemesek de o parayı verecektik, biz de kazıklanma korkusuyla büyümüş her Türk gibi, hiç düşünmeden "tamam, gelsin" dedik. Şimdi ahlaki bi savaş içindeyim kendimle. Şimdiki aklım olsa, istemezdim. Fakat bu saatten sonra "gelme, gerek yok" demek O'nu işinden etmek olur. Ayrıca "neyime gıcık oldun ki" diye düşünebilir. Nasıl anlatırım derdimi? "Benim kirlettiğim yeri başkasının temizlemesi, kendimi Hindistan'daki memsahibler gibi hissetmeme sebep oluyor." mu diyeyim? Koskoca bi sektör var, bu işten para kazanan milyonlarca insan var. İşsiz mi kalsınlar? Nedir benim derdim? Karşı olduğum şey tam olarak ne? Ev temizlemeyi alçaltıcı bir iş olarak mı görüyorum? Neden? Kafalar karışık bende... Filme dönelim.

---

Kısacası film, bir adet kadın yazar, bolca siyah hizmetçi, bolca beyaz evhanımı barındırıyor. Üstelik hizmetçilerden biri de yazmayı seviyor. Her gün yatmadan önce yazarak dua ediyor. 

Film, Burma Günleri ile Mecnun Kelebekler'in karışımı bir etki bıraktı üstümde. Konu hizmetçilerin yaşamı olunca, siyahların ezilmesi ile alt sınıftan olanların ezilmesi birbirine çok benziyor. İnsan günlük hayatta kendinin yapabileceği ufak işleri başkasına yaptırınca kibirleniyor. Ve bu kibir, hizmetçinin hayatında iki durumda da benzer etkiler bırakıyor.

---

Toz Bezi'nde neler göreceğim bakalım... Muhtemelen The Help'teki kadar iç açıcı bir sonu olmayacak. Malum, çok satanlara girebilmek için bedava bulmuş gibi umut dağıtmanız lazım. Türkiye'de umut bedava değil, bedavaymış gibi davranmayı da pek sevmiyor sinema dünyamız.

---

Yazıya başlamadan önce The Help'in diğer kapak tasarımlarına baktım. Bikaç güzel örnek buldum. Bence en güzeli ilk ikisi.

 

  







04 Ağustos 2016

yüzeysel entellektüel (ben)

kendime yeni bi amaç bulmam lazım. yazdıklarımın boktan olduğunu fark ettim yine. üstelik üzerinde çalışırsam daha iyiye gider mi, şüpheliyim. yine de yazmak istiyorum. ne kadar sabırsız olduğumu, kelime dağarcığımın darlığını bilmeme rağmen, içimdeki bu değişimi buraya yazasım geliyor. çünkü başka bir işe yaramadığımı biliyorum. yirmidokuzuma girdim ve hala uzmanlaşmadım hiçbir alanda. her şeyin tadına bırakıp vazgeçiyorum. emek vermek mi zor geliyor? muhtemelen. fakat emek vermiyorum çünkü emek verince daha iyiye gideceğimden emin olamıyorum.

en uzun süren sevdicekliğim yazmaktı, sanırım onunla da ilişkimizin ne kadar yüzeysel olduğunu kabullenmem gerekiyor. yapma demiyorum kendime, ama hobi olarak yaptığını kabullen, diyorum. blogta ciddiyetsizce yaza yaza imla kurallarını bile unuttum. bi tek -de'yi, -mi'yi ayırmam gereken yerleri biliyorum. bir gün ayrı mı yazılır, bitişik mi, ondan bile emin deilim çoğu zaman, sözlüğü açıp kontrol ediyorum. aslında edebiyat okumalarını da bıraktım. ne bulursam onu okuyorum. biraz yokluktan (türkçe kitap bulma sıkıntısı), biraz da sırf okumuş olmak için okuduğum için. edebiyat/sanat dünyasının içinde olma isteğim sadece özentilikten mi kaynaklanıyor, yoksa gerçekten var mı bende bi ışık... yıllardır soruyorum bu soruyu kendime... (allahım bu dünyaya ben niye geldim?)

yüzeysel entellektüel, işte ben buyum. grup vitamin'in, fikret kızılok'un şarkılarında dalga geçtikleri kişilerden biri benim. kendimi pazarlama yeteneğim olsa ünlenip onların doğrudan hedefi olaiblirdim. sorun şu ki, seviyorum bu adamları ve o laf sokan şarkılarını. mazoşist miyim acaba? evet, biraz. ya da hala umudum var, belki, yeterince iyi bi çocuk olursam ya da yeterince çok çalışırsam, fikret kızılok dinlerken hiç vicdan azabı duymamayı, hiç utanmamayı başarabilirim, gibisinden...

ne olduğunu bilmek, kendini kabul etmek, ne istediğini az buçuk ayırt edebilmek gerek. yoksa yarım yamalak oluyorsun işte böyle. allah akıl fikir versin.

hala okuyabilirim neyse ki (ki ayrı mı? öyle gibi). elbet bir işe yarar. dua eder gibi kitap okumak da tuhaf... tevekkül içinde kitap okuyorum. amaç ne? akademik mi? değil. beyaz yaka kariyeristliği mi? değil. edebiyat mı? değil. sanırım sorunumuzun ismi: hiçbirine götümün yememesi. isim koyunca çözüm bulmak kolaylaşır, hadi bakalım...

hıçkırırken aydınlanan, aynı zamanda "anlamıyorum ki söylüyorum işte" diyebilen tüm sarhoşlara gelsin: