16 Şubat 2018

Boş konuşma zamanı

Güneş soldan soldan vuruyor. Az önce duştan çıktım, bugünkü ilk sorumluluğumu yerine getirdim. Diğeri de asık suratımı düzeltmek. Klavye başına oturmamın amacı bu. Bakalım becerebilecek miyim?

Güneş soldan soldan vuruyor evet. Kah ekrana yansıyıp bana kendimi gösteriyor, kah bulutların arkasına saklanıp nanik yapıyor, "Ben geldim diye sevinmiştin di mi, ahaha, ben aslında yoğum!" diyor. Acı, şekersiz neskafe yaptım kendime, keyfi tamamlamak için. Tabi şekersiz olunca ya da yanında şekerli bi yiyecek, hiç olmazsa bir iki hurma olmayınca keyif tam tamamlanmıyor. Yarım yamalak, acınası bi keyiflenme çabası...

Büyük bi derdim olmadığını baştan söyleyeyim de, yazıdan ümidinizi kesin. Böyle, bu enerjisizlikte devam edecek kendisi.

Dün akşam bi film izledim, içimi allak bullak etti. Çekmeceler. Yerli film. Taner Birsel filan oynuyor. Cinselliğin bastırılması, psikolojik gerilimler, neler gerçek neler değil, yok artık bu kadar da olmaz denecek olaylar. Gerçekçi ama bi taraftan da "kim yaşıyo lan bu hayatları?" dedirtiyor. Anlamadım zaten bazı yerlerini de... Yine konusunu okumadan izlediğim ve allak bullak olduğum bir Türkiye filmi. (Geçen gün burda tanıştığım, Türkçe konuşan birine, Türk müsünüz diye sordum. Saçma bi soruydu evet ama işte ayaküstü edilen muhabbetlerde bu kadar kötüyüm. Ama diğerlerinde... ohooo o... süperimdir. Neyse, adam "Türkiyeliyim diyelim" diye cevap verdi. Uzun zamandır pratik hayatta da politik görüşünü yaşamaya çalışan insanlarla takılmadığımı fark ettim. Özledim mi? Hayır. Belki biraz. Öte yandan haklı adam. Ben de Müslüman mısın, diye sorulunca ne diyeceğimi şaşırıyorum. Keşke hiç sorulmasa böyle sorular. Ya da ne cevap vereceğimizi şaşıracak kadar şaşkın, özgüvensiz, tartışmadan kaçınan, korkak tipler olmasak... Peki sırf bi soru soruldu diye fikrimizi açıklamak zahmetine katlanmak zorunda mıyız ki? Bu da saçma. Neyse, Türkiye filmi deyişim bundan yani. Sosyoloji hocalarım duysa kızardı... Çok da tın.)

Eskiden çok izlerdim böyle ağır filmleri. Ağırdan kastım psikolojik şeyleri, bilinçaltını kurcalayan filmler. Ardarda bikaç tane izlerdim. Sonra günlerce çıkamazdım etkilerinden. Ne kadar etkilendiysem o kadar güzel bi film olduğunu düşünürdüm. Şimdi sürekli filmdeki yalanları arıyorum. Filmlerin hepsi yalan söylüyor doğal olarak. Yönetmenin görmemizi istediği şeyleri görüp, onun istediklerini hissediyoruz, anlıyoruz. Aksini iddia etmek, yaratıcının oyunlarını anladığını iddia etmek gibi bi şey olur ki asla emin olamayız gerçekten anlayıp anlamadığımızdan.

Filmlerin hepsinin yalan söylediğini kabullenmem zaman aldı, itiraf edeyim. Her filme saf saf inanmaya bi meylim vardı eskiden. Hal böyle olunca, vurucu, sarsıcı sahnelerden eskisi kadar hoşlanmıyorum. Hele ki ağlatan filmlerden -ağlanması gereken her sahnede istisnasız hep ağlasam da- tiksiniyorum. Sakin sakin vuran filmlere daha çok saygı duyuyorum artık.  Çekim teknikleriyle, aniden alevlenen tartışma, buhran sahneleriyle filan kafamızı bulandırıp etkilemek kolay, sıkıysa sadece oyunculuklarla ve sözlerle yap bu işi, diyorum yönetmenlere artiz artiz.

Demem o ki, eskiden çok izlerdim böyle vurucu filmleri. Fakat sonuç pek hoş olmazdı, günlerce o buhranlı karakterlerin dertlerini çekerdim, Yeşil Yol'daki başroldeki mahkum gibi, karakterlerin acılarını küçük sinekler halinde içime çekerdim. Neden? Çünkü acılarının ufacık da olsa bi parçasında kendimi bulurdum da ondan... Dünkü filmden sonra da öyle bi ruh halindeyim. Farkında olmadan kendimi o karakterlerle birleştirmeye çalışıyorum, senaryoya itiraz ediyorum, bazı karakterleri öldürmek istiyorum... Ama film bu, geldi geçti. Oyuncular bambaşka filmlerde oynadılar, kendi hayatları devam ediyor. Sen de devam etsene çocuğum hayatına? Alemin manyağı sen misin? Aaaa...

Kendi kendine konuşmak gibisi yok.

Başkalarının dertleri demişken, Dünyanın Sefaleti'ni bitirdiğimi de söyleyeyim. 17 Şubat 2017'de elime geçmiş kitap. Kısa bi süre sonra heyecanla başladığımı hatırlıyorum. Yaklaşık bir senede bitirdim. Üçte birini bu sene içinde okuduğum için 2018 kitap çelıncıma O'nu da dahil ediyorum. Banane ya, edicem tabi, o kadar emek verdim, iki sene arasında kaynayıp gitmesine izin veremem!

Bu kitapta sosyologların röportaj yaptığı her bir karakterin hayatı ayrı ayrı filme çekilse keşke. Düzgün çekilirse, gönlümdeki bütün ödülleri onlara verirdim. Çekmeceler'deki marjinal hayatların saçma sapan dertlerine değil. Bak yine sinirleniyorum. Kim yaşıyo lan bu hayatları? Yaşamayın oğlum, dert edinmeyin kendinize! Sonra bize anlatıyonuz.

Bir film hakkında yapılabilecek en sığ yorumu yaptığıma göre, bu konuya artık bi son vereyim bence, evet. Resmini de koyayım şuraya, ayıp olmasın. Film Netflix'te var bu arada, ordan takıldım zaten.



Beyaz yakalı çalışanlar yine günlük göç yolundalar. Akın akın marketin olduğu meydana gidiyorlar. Öğle arası. Normal insanlar. Normal şeyler konuşuyorlar giderken. Öyle olduğunu tahmin ediyorum en azından. İnsan ne konuşur ki iş arkadaşlarıyla, grup halinde yürürken? Ve insan nasıl normal olur? Normal insan nasıl insandır? Neden hem normal olmaya çalışıp hem normal olana tepki duyarız?Bunlar hep soru. Cevaplamaya gerek olmayan türden.


Dün örgü kitabı aldım kütüphaneden. Bu haftaki motiflerim o kitaptan olacak hep. Kitabı rafta görünce içim kıpırdadı, "kütüphane ne güzel bi şey!" diye bağırdım kendi kendime. Satın almana gerek olmayan, ömür boyu saklamak istemeyeceğin kitapları al, işini bitirince geri ver. Bi sürü şey öğrenebilirsin bu sayede, kitabı bitirme takıntısı yapmadan. Kocaman bi ansiklopedi sanki. Ya da google'ın basılı hali. Misal karnabaharın tarihini ve ne tür yemekler yapılacağını mı merak ediyorsun, illa bu konuyla ilgili bi şeyler bulabilirsin orda. Müthiş.


Bi de bu sıralar Hollandaca çengel bulmaca çözüyorum. Her karede bir numara var. Her numara bir harfi temsil ediyor. Birkaç harf de baştan veriliyor. Kelime öğrenmek için iyi bi yöntem. Marketlerde kocaman bi bulmaca bölümü oluyor burda. Alzheimer'la savaşmak için midir nedendir bilmem, bulmaca kitapçığı satın alma alışkanlığı var insanların.

Bu kadar olsun, yetsin gali. Motifimi örerken Kültür Tarih Sohbetleri'ni dinleyeyim.



Boş konuşmalarınız bol, marjinal dertleriniz az olsun,
Kanatlı Kedi